28 Mart 2017 Salı

Yolun Yarısında Bir Tebessüm: Frida Kahlo / ANKARA


İyi akşamlar!
Geçen hafta arkadaşlarımla birlikte gidebileceğim etkinliklere bakınırken Frida Kahlo ile ilgili bir sergi olduğunu gördük. Hemen gitmem gerektiğini düşündüm tabi ki, A'dan Z'ye her yerde mektuplarını ve resimlerini gördüğüm bu kadının hayatını gidip bir de kronolojik sıralamasıyla ve hayatının içinden fotoğraflarıyla öğrenmeliydim. Bu yüzden geçtiğimiz pazar günü düştük yollara.

Sergi mekanı yukarıdaki fotoğrafta da gördüğünüz gibiydi. Girdiğinizde sağ taraftan sayılarla numaralandırılmış ve altına o fotoğrafla ilgili bilgiler içeren küçük kartlar konulmuştu. Bu şekilde tüm o mekanı turluyordunuz. Biz sabahtan da başka bir etkinliğe katıldığımız için gözüm bayağı bir korktu, bayağı bir yorgun gelmiştik buraya. Yine de başladık gezmeye.


Sergi girişinde asılan posterdeki biraz uzun olan anlatının bazı yerlerini sizler için buraya eklemek istiyorum ki, serginin asıl konusunu aktarabileyim. Çünkü ben serginin asıl vermek istediği düşünceden ayrı bir yerlere kaydım nedense. Algıda seçicilik dedikleri şey bu olsa gerek. 😂
"Şüphesiz ki, Meksika Sanat Tarihi'nin en tartışmalı çiftlerinden biri Diego Rivera ile Frida Kahlo'dur. Çarpıcı kişilikleri, çağdaşları arasında yer yer kıskançlık, yer yer hayranlık gibi çeşitli duygular uyandırmıştır. Ancak dönemin olmazsa olmaz bir fenomenini yarattıkları su götürmez bir gerçektir.
Evlendikleri 1929 yılından Frida'nın öldüğü 1954'e kadarki neredeyse yirmi beş yıllık birlikteliklerine, sayısız kavuşma-ayrılık, aşk-nefret, paylaşım ve savaşım damgasını vurmuştur.
...
Sergi aynı şekilde, çiftin ikinci evliliklerini ve dönemin sanat dünyasıyla bağlarını; Siqueiros ve Orozco, yardımcıları ve öğrencileri ile aralarındaki ilişkiyi göstermektedir. Sergi ayrıca Frida'nın çektiği acıyı ve kötüye giden sağlık durumunu, ölüme yakınlığını ve çiftin son fotoğrafını da yansıtmaktadır.
..."


Sergi gerçekten çok güzeldi. Bir kitap okuyor gibiydik hatta ben en sonunda 'İnanamıyorum, kadın öldü ya!' diye sitem ederken buldum kendimi. Sanki gerçekten kitap okuyordum ve her bir fotoğrafla, o fotoğrafın altındaki yazıyla duygularım şekilden şekile giriyordu.
Yine de tek eksiğin iki aşık arasındaki mektupların yayınlanmamasıydı bence. Onları da tamamıyla görsek daha bir hoş olurdu.

"Frida hayata ve yaşama devam etmesi için yegane dayanağı olan sevgilisi Diego'ya sarılıyor."

Aslında kendime göre kısaca özetlemem gerekirse; Frida Kahlo henüz 6 yaşındayken çocuk felci geçirir, 18 yaşında birçok kişinin de öldüğü bir trafik kazası ile de yıllar boyu hayatı korseler, hastaneler ve doktorlarla birlikte geçer. 32 kez ameliyat edilir, aylarca hastanede kalır ve 47 yaşındayken sağ bacağı kesilir. Buna rağmen hastane odasında yattığı yatakta bile resim yapmaya devam eder, başucunda Diego hep onu bekler. Resimlerini hep sandalye üzerinde oturarak yapar sağlık sorunları nedeniyle. Yine 47 yaşındayken yani 1954 yılında sağ bacağı kesildikten kısa bir süre sonra hayata gözlerini yumar. Diego ise kansere karşı savaş veriyordur ve hayatının son demlerinde zaman zaman boya fırçalarına dalar gider. Frida'yı her zaman özler. Bu sonsuz aşkı fotoğraflarıyla birlikte görmek için CerModern'e 23 Nisan'a kadar uğramayı unutmayın!

25 Mart 2017 Cumartesi

Ölümsüz Tanrıların Ülkesi: Oaxaca / Fernando Franco / ANKARA

CerModern'de "Yolun Yarısında Bir Tebessüm: Frida Kahlo" sergisine komşu olan bir sergiden bahsetmek istiyorum ben bu sefer. Fernando Franco isimli Meksikalı bir fotoğrafçının Oaxaca'da çektiği fotoğraflarla hazırladığı bir sergi bu. Serginin ismi ise; "Ölümsüz Tanrılar Ülkesi".

Sergide çektiğim ve çok beğendiğim birkaç fotoğrafı, altına bilgiler ekleyerek sizlerle paylaşmak istiyorum. Böylece 26 Mart'a kadar ziyaret edebileceğiniz bu sergi için hazırladığım yazıya bir fragman niteliği kazandırmış oldurabileyim.

"Güney kısmı başta olmak üzere, Meksika'nın bazı bölgelerinde, hala yaşadıklarına ve sevdiklerini ziyaret etmek için geri geleceklerine inandıkları ölüler için kutlanan bir gün vardır. Bu günde ölülerin mezarlarına gece boyunca yollarını aydınlatmak, kaybolmalarını önlemek için mumlar bırakılır; ölüler ellerde kadife çiçekleri ve yiyeceklerle beklenir. Santa Maria Atzompa'da Ölüler Günü'nden bir kare."

Oaxaca Katedrali.

"Hierve El Agua şelalelerinin olduğu tepeler, çevre kasabalardan gelen yapay ışıkları kesiyor ve özellikle aysız gecelerde hayranlık uyandıran bir Samanyolu manzarası sunuyor."
 Instagram'da defalarca gördüğümüz, gördükçe bayıldığımız, beğendiğimiz bu kare sergide de en çok dikkat çeken fotoğraflardan biriydi.
"Oaxaca halkarının bir çoğunun giysileri İspanyollar ile yerli halkların arasındaki kaynaşmaya dayanır. Tlacolula de Matamoros'da geleneksel bir etek olan Enredo'ya, fetih dönemi İspanyol kadınlarının giydiği kıyafetlerdeki gibi bir astar eklenmiştir. Tlacolula, liderliği ve festivalin özü olan paylaşmayı simgeleyen Jarabe del Valle ile Guelaguetza'da temsil edilir."
Dantel detaylarına bayılan biri olarak bu fotoğrafa tutulduğumu belirtmek isterim. Fotoğrafın açısı, geleneksel kıyafete özgü olan bu dantel detayını ortaya çıkarmada çok başarılı olmuş ve ayrıca dışarıdan görülmeyen bir kısmı da gözler önüne sermiş.

Fernando Franco isimli bu foto-muhabirin sergisi hazır Ankara'ya, ayağınızın dibine kadar gelmişken hem de "Yolun Yarısında Bir Tebessüm: Frida Kahlo" ile komşuyken ziyaret edilesi mekanlarda üst sıralara CerModern eklenmeli ve 26 Mart'a kadar bu fotoğraf sergisi ziyaret edilmeli kesinlikle!

24 Mart 2017 Cuma

3. Çağdaş Sanat Fuarı / ANKARA

16-19 Mart tarihleri arasındaki 3.Çağdaş Sanat Fuarı'nı son gününde gezme fırsatı buldum birkaç arkadaşımla. Daha önce sanat galerisine gitmedim lakin ilkini gerçekleştirmiş olayım diye takıldım arkadaşlarımın peşine. Aslında sanat fuarı ama içerisi, ziyaretçilerin de sürekli dillendirdiği gibi sanat galerisinden pek de farklı değildi. Yine de ilgimi çeken çok başarılı bulduğum birkaç şey vardı. İşte bu yazımda ben bunları paylaşmak istiyorum.

Onur Can Özdemir
Girişte ilk dikkatimi çeken; Onur Can Özdemir için ayrılan kısım oldu. Nedense resimlerini daha güzel ve anlamlı buldum. Yaptığı portreler çok dikkat çekici duruyordu. Genelde kadın figürleri üzerine çalışmıştı. Sitesine gitmek için tıklayın.

Hidayet Üstün
Hidayet Üstün'e ait bu tablo ise 'vay be' dedirtti bize. Hemen telefonlara sarılıp fotoğrafını çektik, bayıldık.

neonvinç - Sezen Aslan
Ve bu mükemmel çalışma Sezen Aslan tarafından hazırlanmış olup, ilk defa 2017 yılı Ocak ayında bir sergide yer almış. 'neonvinç' ismindeki bu tablo Ankara ilinin gündüz ve gece görünümlerinde en sık rastlanan ögeler olan kule vinçler ve neon ışıklardan referans alınarak oluşturulmuş. Sanatçı ayrıca bu iki anahtar kelime için bir de ekleme yapmış; "Ankara'yı tek kelime ile soyutlamada kullanılabilecek hayali sözcük."

SO YU NU YO RUZ. - Küratör Füsun Kavalcı
İşte en çok bayıldığımız duygulandığımız ve fuarda da en çok ilgi gören bu çalışma; aslında bir duyarlılık ve farkındalık projesi imiş. Tam 18 kişinin birbirinden ayrı olarak hazırladığı bu çalışmalar birleştirilip bu görüntü verilmiş. Madencilerimizin maden ocağındaki soyunma odalarından esinlenerek hazırlanılan proje, insanlığın yaşayan ve yaşamayan gizli kahramanları, madencilerin anısına yapılmış.

Burak Ekinci - "OCAK"
Burak Ekinci bu çalışması için; "Madenler doğal olarak mineral kaynaklarıdır. Birilerinin refahı için çıkartılır, bir diğerlerinin ekonomisi için de satılır. Madenciler ve doğa genelde tahrip ve göz ardı edilir. Her madenci kendi maden ocağını el birliği ile oluşturur, daha sonra içinde çalışır, bazen eğlenir güler ama daha çok üzülür. En sonunda ya hastalanır ya da kendi madeninde ölür." notunu düşmüş.

Beste Ocak - "PERSPEKTİF"
Beste Ocak bu çalışması için; "İçinde kömür barındırması sebebiyle kurşun kalemi kullandım. Kurşun kalemlerle oluşturduğum karmaşık kafes görüntüsü, maden işçilerinin asansörlerini anlatmaktadır." notunu düşmüş.

Aynı zamanda fotoğrafını çekmediğim ama notlarını çok beğendiğim birkaç kişiyi de buraya eklemek istiyorum. 
Zahide Bahadır - "MADEN AĞI" : Maden emekçilerimiz, güneş görmeden çalıştıkları için kuru bir çiçek... Herhangi bir neden ile madenden çıkamamalarına karşın örümcek ağı...
Derin Sevil Bodur - "KUYU DİBİ" : Çalışmamda, karşılıklı yerleştirilmiş aynaların derinlik algısı üzerinde yarattığı optik yanılsamadan faydalandım. Bir döngü haline giren görüntü dipsiz bir tünel görüntüsü oluşturuyor. Birbirimize ve evrene bu tür tünellerle, solucan delikleriyle bağlı olduğumu düşünüyorum.
Hüseyin Erol - "KÖMÜR GÖMDÜLER" : Maden ocağında grizu patlaması olduğunda, göçük altında kalan maden işçisinin cesedini çıkartmak imkansızdır. Ancak ailesine bir cenaze töreni yapılmak zorundadır ve birinin gömülmesi gerekmektedir. İşte Anadolu'da oluşturulmuş bir gelenek vardır. Tabuta cansız beden yerine kömür koyulur ve o tabutun içi aileye gösterilmeden gömülür...
Tansu Sungar - "ÜÇ KURUŞ" : Madencilerin çalışma koşullarının ağır olmasına rağmen karşılığını iyi bir şekilde almamaları ve üç kuruş paraya çalışmak zorunda kalmalarını anlatmak istedim. Ve ufak bir ücret aldıklarını göstermek amaçlı, 1 kuruşları yolu andırır şekilde kullandım. O yol uzun ama hepsini toplayınca elde kalan hiç...
Daha fazla uzatmadan bu yazıyı burada sonlandırıyorum. Böyle anlamlı çalışmaların sahiplerini ayrıca tebrik ve teşekkür ederim. 

20 Mart 2017 Pazartesi

Günlerime Not X


Belki unutmayı beceremiyoruz Frida, aklımızda hep eski sözlerin yükü. Neye dokunsak, orası çamurlu gece. Nereye baksak, oradan bir rüzgar geliyor yüzümüze. Çürümek de böyle bir şey Frida.*
Diego Rivera

19 Mart 2017 Pazar

Bir Anneanne Bir Çilek


İyi akşamlar!

Ben yıllar öncesine dönüyorum bu akşam; şu fotoğrafı çektiğim güne. 2015 yılının Temmuz ayına. Ya salı ya cumartesi olması gerek, tam tarihi hatırlayamıyorum. Sadece İnebolu'da çarşı pazarının kurulduğu bu iki günden biriydi ve biz sabahın köründe kalkmış, anneanneme pazar hazırlığında yardım ediyorduk.

Benim anneannem kendini bildi bileli İnebolu'da yaşar. Küçük bir tarlamız vardır orada, Ahmet Maranki'nin tarlasına komşu olan. Ben ne zaman gitsem o tarlada karşılaşırım anneannemle. Yaşlandıkça daha çok tarlada vakit geçirmeye başladı hatta. Bana taş çıkartır bu konuda, ben 3-4 saat içinde yorulup uyumak için yatak aramaya başlıyorum. Günümüz gençliğini tam olarak ifade ediyorum bu konuda. Hareketsizliğe çok alışkınız, eskiler gibi değiliz. Anneannem ise sabah 7 gibi uyanıp yarım saat içinde tarlanın yokuşunu iner, akşam ezanından sonra da o yokuşu geri çıkar eve gitmek için.
Çok yorucu ama annem şehir hayatının içinde kendini bulduğundan beri hep anneannemi kıskanır, 'ah,' der, 'şimdi çilek topluyordur'. Ben de çilek toplamıştım işte o gün. Hayatım güzeldi, birkaç aydır köyde dedemlerin yanında yaşıyordum ve kafama taktığım şeyler gün gün azalıyordu. Sürekli yoruluyordum, çok az uyuyordum ama güzeldi. 
Böyle diyorum ama şimdi sorun, yazları gidince daha az kalıyorum. Neden? Özlemiyor muyum? Özlüyorum tabi ama tembellik işte. O berbat okul döneminden ve birkaç kötü olaydan sonra karnemi bile almadan dedemlerin yanına gitmiştim, gidince de birkaç ay kaldım, gelmedim İstanbul'a. Çünkü gelmek istemiyordum, kafamı boş şeylerle doldurmak bana yardımcı olmuyordu. Sürekli meşgul olup, yoğun olup kafamı dinlemek istiyordum ve o yaz bana en iyi gelen şey; o köy yaşamı olmuştu.

Ah, o çilekler! Dalından doparıldığı gibi yendiğinde öyle güzel tatları vardır ki, hele de ilaçlanmamış ise. Kokusu bile sizi mest eder. Bu yüzden genelde gezginlerin sayfasına yorum yaparım; gittiğiniz yerlerde köylere uğrayın, sizlere siz söylemeden mutlaka tarlalarının kapısını açacaklardır, diye. İlaçsız, hormonsuz nasıl olurmuş tatları, nasıl kokarmış o meyveler, sebzeler; işte en çok bunları gezin, derim. Çünkü en çok 'ölmeden önce yapılması gereken şeyler' tam da bunlar!


Günlerime Not IX


"Eğer, hayatımızın bir an'ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim. Biri, o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken… Öteki, bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün…
Herkes âşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyor. Ama aslında bu kadar basit işte: Birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan âşıksın."
Kürşat Başar / Başucumda Müzik (Arka Kapak)

17 Mart 2017 Cuma

Günlerime Not VIII


Evet, bazıları hayat boyu gerçeği arar, bazılarıysa kendi gerçeğini kurar ve ona inanırlar.
Ama bana göre yalnızca korkaklar hayatın, küçük bir dünyanın, kendi dünyalarının içindeki kurallara göre yaşanması gerektiğine inanırlar ve başkalarını da aslında her yüzyılda, haritanın üzerindeki her farklı renkteki kıta parçasında değişen kurallara göre yargılamaya kalkışırlar.*
Kürşat Başar / Başucumda Müzik


10 Mart 2017 Cuma

Günlerime Not VII

Her gözyaşım bir kuş olsa bile
ellerinden öteye geçemiyor
ve o kalbine hiç uğramıyor olmalı.
oysa gökyüzü sonsuzdu
kuşlar uçuyordu
ve kalpler birbirine karşıydı.
Şubat

8 Mart 2017 Çarşamba

8 Mart Dünya Kadınlar Günü

İyi akşamlar!

Bugün sonunda bu yazının başına oturabildim ve saat çok geç olmadan yayınlamak istiyorum. Bugün hepimizin bildiği üzere 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Kutlayanlar oldu, umursamayanlar oldu, standlar açan oldu, yürüyüşlere katılanlar ve bu yürüyüşleri düzenleyenler oldu hatta kutlayanlara saldırı düzenleyen bir grup bile oldu, neyse ki can kaybı olmadan atlatıyoruz şu anda bu günü. (Şükrettiğimiz şeylerin önemi ne derece büyümüş, farkında mısınız?)

Öncelikle her yerde bugünün tarihteki anlam ve önemi yayınlanmış olsa da ben de buradan kısaca bir özet geçmek istiyorum.

8 Mart 1857 tarihi. ABD'nin New York kenti. Bir grup tekstil işçisi; 40.000 kadın. daha iyi çalışma koşulları için greve başlıyor ve 120 can kaybı. 
Polisin işçilere saldırması ile işçiler, önünde grev yaptıkları tekstil fabrikasına kilitleniyorlar. Daha sonra fabrikada çıkan yangın ile işçiler kaçmaya çalışıyorlar ama fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamıyorlar. ve 120 kadın işçi can veriyor. 

💬

Hacettepe Üniversitesi Geleneksel Müzik Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜGEM)'nin Bergüzar Kadınlar Topluluğu ile birlikte 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne özel düzenlediği Anadolu Türküleri Konseri'ne katıldım dün ben. Öyle çok türkü dinleyen biri değilim aslında ama üniversiteye başladığımda her şeyi denemek ve her yere gitmek istediğimden dolayı ve dün gece de bir işimiz olmadığından dolayı bir arkadaşımla bu konsere gittik.

Öncelikle sunucuyu çok başarılı buldum. Verdiği bilgiler ve bunun eşliğinde edebiyatımızdan bazı hatırlatmalar yaparak konuşmalarını çok ilgi çekici ve dinlenebilir yapmayı başarmıştı. En çok onu dinledik. 
Türküler ayrı bir güzeldi. Ne yanık sesli kadınlar vardı bir duysanız. Türkü dinlemeyen benin bile bazı seslerde tüyleri diken diken oldu. 
Yalnız bence bazı eksiklikler vardı. Evet, her şeyiyle çok güzeldi ama 'Anadolu Kadınları' deyince ben Anadolu'ya ait bazı motifler görmeyi bekledim. Bu belki kıyafet, belki sahneye birkaç süsleme tarzı olabilirdi. Enstrümanlar yöreseldi tabi ama bence bu pek de yeterli değildi. Göze hitap eden bazı şeyler eksikti benim fikrimce. 


"Her ülkenin kadınları başkadır ama Anadolu kadını bambaşkadır. Her şiirde, her türküde Anadolu kadınından bir iz vardır." 

Dinlediğimiz halk türkülerinin %60'ından fazlasının kadınlar tarafından kaleme alındığını ve söylendiğini biliyor muydunuz? Evet, tahmin edilebilir bir şey, haklısınız. Yine de böyle sayısal rakamlar verildiğinde o bilgi her zaman gözüme daha mükemmel ve inanılamaz gözükmüştür. Konserde bunun gibi pek çok şey söylendi. Neşet Ertaş'tan tutun, edebiyatımızdaki birçok tanınmamış şaire kadar alıntılara ve şiirlere yer verildi. Ve bunlar harika seslerle, çok içten duygularla okundu. 

"Kadın ana iken verdiğini, yar iken ister. Onun için iki büyük nimetim var; biri anam, biri yarim."* Neşet Ertaş

Kendimi çok değerli hissettiğim bir etkinlikteydim işte ben dün akşam. Ellerimize birer karanfil verdiler, salon tıklım tıklım doluydu hatta ayakta kalanlar bile vardı. Böyle güzel bir etkinliğe de bu yakışırdı sanırım. 

Çok teşekkür eder ve ve tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlarım!

7 Mart 2017 Salı

Dünyada Yalnız Olmamak Adına

İçinizin çok dolu olduğu ama konuşmanın yolunu bulamadığınız anlarınız oldu mu? Şu an tam da onu yaşıyorum ben. İyi-kötü o kadar çok şey var ki aklımda, dökmek için çabalasam da tırnaklarıyla tutunmuşlar, ayrılmıyorlar benden. Madem içimdekileri anlatabilecek kelimeleri bulamıyorum, o zaman ben de bu içimdeki anlatabilecek kelimeleri bulamama durumunu yazayım dedim.
Geçende Stefan Zweig'tan 'Olağanüstü Bir Gece' adlı kitabı okurken şöyle bir paragrafa denk geldim:
Beni bırakan insanlar, gelen ve giden kadınlar oldu, her defasında odada oturmuş camın dışındaki yağmuru seyreden biri gibi hissettim kendimi; doğrudan yakınımda olan şeylerle bile aramda camdan bir duvar vardı ve kendi irademle onu yıkacak gücü bulamıyordum.
Çok etkiledi burası beni. Hayatım boyunca defalarca kez hissettiğim bir şeyin bu kadar iyi anlatılması o kadar garip geldi ki bir an. Sanki o his sadece bana özgü bir şeydi ama o an ben onun aslında öyle olmadığıyla yüzleşmiştim. Biliyorum, herkes en az bir kez hissetmiştir bunu hayatında, farkındayım. Yalnız olmadığımı aslında hep biliyordum ama 'insanlık beklentisi' demek istiyorum ben buna. Hissettiğimiz şeyleri sadece biz hissedebilirmişiz gibi bizimle ilgilenilmesini bekleme durumu. Yalansa yalan diyin. 
Bu yüzden böyle başladım bu yazıya. Hepimizin hep yaşadığı hisleri her seferinde sadece bize özelmiş gibi yaşıyoruz. Evet, tabiki bize özel ama yalnız değilsiniz yada yalnız değiliz. Yalnız hissetmekten vazgeçmeliyiz. Dünyanın diğer ucunda olsa bile o an sizinle aynı şeyleri hisseden hatta belki aynı şeyleri aynı anda yaşayan bir kişi mutlaka var. 


Hep kendimi dünyanın en garip insanı olarak düşünürdüm, fakat sonra dünyada ne kadar çok insan olduğunu düşünmeye başladım. Bu kadar çok insan arasında elbet benim gibi biri olmalıydı, kendini benzer yönlerden tuhaf ve kusurlu hisseden. Sonra onu hayal etmeye başladım. Bir yerlerde oturmuş onun da beni düşünüyor olduğunu hayal ettim. Yani eğer bir yerlerdeysen ve bunu biliyorsan, evet, bu doğru ben buradayım ve en az senin kadar garibim.* Frida Kahlo

Ben anlatmak istediğimi anlattım. 🙋 Üstüne Frida Kahlo bile katıldı buna, aslında ben ona katıldım. Sonuç olarak yazdık bir şeyler, açıkladık. Yalnız hissetmeyin, yalnız değilsiniz. Sizin gibi biri var. Onunla konuşamasanız bile, bunu bilmek sizin hislerinizle başa çıkmanızı kolaylaştırmayacak bile olsa öyle biri var ve aslında yalnız değilsiniz. Sizin gibi zorlanan bir kişi hatta belki onlarca kişi var. Şimdi oturup da kendinize aynı benim gibi şunları demeniz gerekiyor: "Ayrıca tüm bunları yaşadıktan sonra hala kendime 'zayıf biri' diyemem. Hiç ummadığım kadar güçlüyüm hem de."

5 Mart 2017 Pazar

Günlerime Not V


















Ona bir ad bile vermedik. Bazen yanına gidip tüylerini seviyoruz o kadar. O da bizi takip ediyor sonra. Bizimle birlikte karşıdan karşıya geçiyor ve o an o kadar korkmuyor ki. Özellikle sol tarafımızda yürümeyi seviyor. Sürekli onu sevmemizi, ona dokunmamızı istiyor. Gördüğü herkese yanaşıyor, hiç korkmadan hem de.

Öyle normal bir köpek değil. Oturulup düşünüldüğünde hepimize örnek olması gereken bir köpek bence o. Sırf sevgi görmek istiyor ve bunun için ne kadar itilip kakılsa da korkmadan insanlara yanaşmaya devam ediyor. Her seferinde yine, yorulmadan..


Umarım yıllar sonra bile hep o sahilde, bizi her gördüğünde tanıyıp, koşarak yanımıza gelirsin ve umarım hep tüylerini sevmeyi bıraktığımız anda patilerinle ellerimize dokunursun..

27 Şubat

4 Mart 2017 Cumartesi

Günlerime Not IV

Ankara'da yağmur yağıyor bugün.
Sabah acayip yorgun ve her şeye karşı bariz bir isteksizlikle uyandım, sanırım havanın bu kapalılığı da bir etken. Halbuki yağmuru ne kadar severim.
Hüznü seven biriyim aslında, genelde dışarıdan insanın kendine acı çektirmeyi sevmesi gibi algılanıyor. Öyle olduğunu düşünmüyorum, sadece genel olarak sakin ve anlamlı bir hayat yaşamayı tercih ediyorum. Bunun için olan çabam yada dışarıya verdiğim görüntü ise biraz üzgün gözükme olabiliyor.
Yorgunum, ağzımdan çıkan cümlelere çok hakim olamıyorum artık. Üzerimdeki öyle bir yorgunluk ki anlık bir kurtulma arzusuyla istemediğim şeyleri bile sonlandırabilecek cümleler kurabiliyorum. Bayağı yoruldum, bir gün yatağımdan hiç çıkmayayım, kimseyle konuşmayayım, sadece gözlerim kapalı uyuma taklidi yapayım istiyorum. Birilerini çok özlüyorum, özellikle yanımdayken bana hissettirdikleri şeyleri, bana olan davranışlarını. 'İşte bu hal, bu yaşantı bencillik değil de ne?'
2 Mart

Okuduğum her satırda, içtiğim her dublede, tuttuğum her oruçta, sevdiğim her kadında kendimden bir şeyler arayıp durdum. Dolayısıyla da her şeyle kurduğum ilişkinin öznesi hep ben oldum. Şimdi biri kalkıp bana bencilsin dese kızarım. Peki bu hal, bu yaşantı bencillik değil de ne?*
Ali Lidar

2 Mart 2017 Perşembe

Günlerime Not II

İstanbul'a dönerken - TCDD Trenleri - 24 Şubat 2017 Saat:19.10

koca bir çanta dolusu mutluluk.