21 Nisan 2020 Salı

karantinadan bildiriyorum


Selam.

Çok çok çok uzun zaman oldu. Karantinada sıkıldım, kendimi blogger’daki okuma listesine dönmüş buldum. Yani bu bir gaza gelme durumu aslında. Kıskandım sanırım. Buraya devam etmeyi, kitle oluşturmayı, paylaşmayı çok istedim ama sürekli sildim, kapattım, görmezden geldim. Başarı olarak gördüğüm şeyler uzaklığını hissettirdikçe sanki hiç istememişim gibi davranmakta üstüme yok. Ben de kızıyorum kendime, merak etmeyin. Merak edecek bir kişi okuyacak mı ondan da emin değilim ya neyse. Şöyle diyelim, yazı yazmayı özledim ama günlüğe yazmaya üşendim. Klavye daha kolay geldi.

Yazı deyince hep aynı şey geliyor aklıma, bir flashback gibi. Size de anlatayım, belki beni rahatsız etmeyi bırakır. Ben lisedeyken şiir yazıyordum ama yazarken değil de sadece insanların tepkisini gördüğümde mutlu oluyordum. Yazarken hep mutsuzdum, hep melankoli havasına bürünüyordum ve bu melankoliye bağımlı olmak beni korkutuyordu. Sanırım bu bile başlı başına bir yazı konusu olur.
Sonuç olarak gerçekten de güzel şeyler yazıyordum. Bunu diyorum çünkü katıldığım yarışmalardan birkaç ödülüm var, ayrıca sınıfta okuduğum bir şiirimde hocayı ve birkaç sınıf arkadaşımı ağlatmışlığım var. Bunu başarı olarak görüyor muyum cidden, ironi. -Yardıma ihtiyacım var.- Tabi buna ek olarak ben de ağlamaya başladım.

Zaten melankoli ve üzüntü arasında çok ayrı bir çizgi var. Bense bu çizgiyi epey kaçırdım ve melankolik takılmak için kendime eziyet başladım, hayatım berbat olmaya başladı. Ama çok güzel şiirler yazıyordum, öykülerim için edebiyat öğretmenim daha önce hiç okumadığım Abasıyanık tarzını anımsattığını söylemişti, beni yarışmaya hazırlıyordu. Abasıyanık kitaplarını kendimi zorlayarak okumaya başlamıştım ama sınıfta kimya öğretmenim yazdığım bir şiirden ağlamıştı, bu çok güzel bir şeydi, güzel yazıyordum. Ama bu döngü bitmiyordu ve hayatımı mahvetmeye başlamıştım. Kendime eziyet etmeyi seviyordum resmen ve bunun da farkındaydım.

Çıkmaz bir döngü.

Peki ne yaptım? Tüm düzenimi değiştirdim ve yazmayı bıraktım. Yeni bir okula başladım ve ailemi buna ikna etmek zor olmadı sebebini söylemediğim için. Hatta asıl sebebini ben bile ilk defa kendime itiraf ediyorum. Dııııııııııııııt.

Ama tabiki bunu böyle hemen bırakamadım. Bir süre de yeni hayatımda buna devam ettim. Kendi başıma beceremedim. –Tam burada arka planda Amy Winehouse You Know I’m No Good çalmaya başladı.- Hayatımda sahip olduğuma sevindiğim en önemli kişiyle böyle tanıştım. Onunla bu özelliğimden kurtuldum. Teşekkürler tanrım.

Sonra hiç yazmadım değil. Bu kişiye de birkaç şiir yazdım başta. E insanın her alışkanlığını bırakması o kadar kolay değil. Ama bu çok uzun sürmedi. Bıraktım yazmayı tamamen. Doğal olarak burası da tamamen boşluğa büründü. Aslında burası değil, bundan önce bir bloğum daha vardı. Ama onu sildim. Yazı yazma hevesim geldiği bir dönem bunu açtım ama buna da devam etmedim. Döngü devam ediyor, SHOW MUST GO ON.

Şimdi ise karantina sağolsun, melankolik hava doğal olarak geri geldi. Dolayısıyla bende de bir yazma isteği oluştu. Hafif başlayayım dedim, ne dersiniz?

Ben aslında hayatımdan kısaca bahsederim zannetmiştim ama travmatik olaylarımı anlattım. WOW. Olsun. Bir yerden başladım. Bana da iyi geldi bazı şeyleri kabullenmek.

Belki sonra devam ederim. Başlangıç basit olsun. –Ne kadar basit olduysa artık.-

Kendinize iyi bakın.

Ellerinizi yıkayın ve tuvalet kağıtlarını rahat bırakın.

29 Ağustos 2017 Salı

Kral Katili Güncesi

"Söylentiler bizi hazır hamle yapmaya iter davranışta bulunmaya zorlar ve bir meselenin henüz olgunlaşmadan mahvına yol açar."
Bilge Adamın Korkusu / Kral Katili Güncesi 2.Gün

Ağustos ayıyla beraber keşfettiğim yeni bir destandan bahsetmek istiyorum bugün biraz. Rüzgarın Adı isimli kitapla başlayan Kral Katili Güncesi Efsanesi İthaki Yayınları'ndan çıkan bir süredir okuduğum en akıcı kitaplardan.

Bir süredir çok kalın kitaplara karşı büyük bir takıntı içerisindeyim. Sanki kendime kendimi kanıtlamak istercesine elim hep bu tür kalın kitaplara gidiyor. Kral Katili Güncesi de bu durumum sayesinde keşfettiğim bir seri.

Seriyi okumaya başlamadan önce hakkında o kadar çok övgü duydum ki gittikçe daha fazla bu iki kitabı okumak için istek duydum. En sonunda İnebolu tatilim dönüşünde kitapları sipariş edip okumaya başladım.

"Öyle birini, yani size sarıldığı zaman hiç düşünmeksizin gözlerinizi dünyaya kapayabileceğiniz bir kişiyi bulabilirseniz, kendinizi şanslı sayın. Sadece bir günlüğüne, hatta bir dakikalığına bile olsa. Müzik eşliğinde hafif hafif sallanmaları, bunca yıl sonra bile aşkı düşündüğümde aklıma gelen ilk görüntüdür."
Rüzgarın Adı / Kral Katili Güncesi 1.Gün

Duyduğum birçok övgü sayesinde kitabı gözümde çok büyütmüştüm, bu yüzden maalesef en başlarda biraz hayal kırıklığına uğradım, çünkü daha heyecanlı olaylar dizisi bekliyordum. Lakin kitap devam ettikçe fark ettim ki kitap o kadar içine çekiyor ki gün içerisinde ne kadar okuduğunuzu anlamamaya ve kendinizi bir destan dinliyormuş gibi hissetmeye başlıyorsunuz. Dediğim gibi ilk kitapta en başlarda heyecanlı olaylar dizisi ile karşılaşmasanız da o kadar güzel ve dokunaklı bir hikayeye adım atıyorsunuz ki bu önyargı ve büyük ihtimalle oluşan hayal kırıklığınızı üstünüzden nasıl attığınızı bile anlamıyorsunuz.

Sanırım daha fazla ayrıntı vermeden önce biraz kitabın konusundan bahsetmeliyim. Bunun için size kitabın arkasındaki küçük kesiti paylaşmayı daha uygun görüyorum:
Benim adım Kvothe. Uyuyan höyük krallarından prensesler kaçırdım. Trebon kasabasını yakıp kül ettim. Felurian'la bir gece geçirdim ve hem canıma hem de aklıma mukayyet olabildim. Çoğu insanın kabul edildiğinden daha küçük bir yaşta Üniversite'den atıldım. Başkalarının gündüz gözüyle ağızlarına almaktan bile korktukları yollardan ay ışığı altında geçtim. Tanrılarla konuştum, kadınlar sevdim ve ozanları ağlatan şarkılar yazdım. Belki beni duymuşsunuzdur.
Fantastik kurgu edebiyatının eşsiz bir masalı, bir kahramanın kendi ağzıyla anlattığı öyküsü işte böyle başlıyor. Bir keder öyküsü bu... bir kurtuluş öyküsü... bir adamın evrenin anlamını arayışının ve gerek o arayışın gerekse de onu sürdürmesini sağlayan gem vurulmaz iradenin bir efsaneye dönüşmesinin öyküsü...

Kitabın arkasındaki 'kendi ağzıyla anlattığı' kısmına açıklık getirmek istersem; Kvothe'nin hayat hikayesini bir Tarihçi'ye, yazmana anlatmasını okuyoruz biz kitapta. Kvothe'nin anlattığı kısımlar hariç kitap üçüncü tekil şahıs kipi ile kaleme alınmış ve bence gerçekten çok güzel bir uyum sağlanmış.

Çok fazla uzatmak istemesem de sanırım birkaç paragraflık daha içimde cümleler kaldı, çünkü henüz kendimi yazıyı tamamlamış hissetmiyorum. Bu yüzden ipuçları vererek yada kitabın konusunun daha da içine girmemek adına genel olarak iki kitap arasındaki farklardan bahsetmek istiyorum. İkinci kitabımızın adı Bilge Adamın Korkusu ve serinin henüz üçüncü kitabı yayımlanmamış bulunmakta. Ayrıca ikinci kitabı ilk kitaba göre daha çok beğendiğimi de belirtmek istiyorum. İlk kitap sanki ikinci kitaba bir hazırlık aşamasıydı ve ikinci kitaptaki olayların olma sebepleri gibiydi. Asıl ve büyüleyici olayların ikinci kitapta olmasıyla birlikte o 1139 sayfa nasıl bitti, hiç anlamadım. O kadar heyecanlı ve o kadar hızlı ilerledi ki geceleri uyuyamayıp kitabı devam ettirmek için yatağımdan kalkıp okumaya devam ettiğim oldu.

Kısaca farklı bir şey okumak istiyorsanız, kendinizi kendinize kanıtlamak istiyorsanız yada direkt kitabı çok merak ettiyseniz çok fazla beklemeden bu iki kitaba şans vermenizi öneriyorum.

"Çocukken geleceğe pek kafa yormayız. Bu masumiyetimiz sayesinde çoğu yetişkinin aksine hayatın tadını çıkarabiliriz. Gelecek kaygısı duymaya başladığımız gün, çocukluğumuzu geride bıraktığımız gündür."
Rüzgarın Adı / Kral Katili Güncesi 1.Gün

"Şarkılar kendi saatlerini ve mevsimlerini seçerler. Ezgin cılızsa bunun bir sebebi vardır. Ezginin tonu yüreğinin mizacıdır ve çamurlu bir kuyudan temiz su çekemezsin. Tek yapabileceğin artıkların dibe çökmesini beklemektir. Yoksa sesin kırık bir çanınkinden farksız olur."
Bilge Adamın Korkusu / Kral Katili Güncesi 2.Gün

"Öykü dediğin ceviz gibidir," dedi Vashet. "Bir budala onu bütün bütün yutup boğulur. Başka bir budala değersiz olduğunu sanıp atar." Gülümsedi. "Ama bilge bir kadın kabuğu kırmanın ve içindeki meyveyı yemenin bir yolunu bulur."
Bilge Adamın Korkusu / Kral Katili Güncesi 2.Gün

"Ama bazen bir insanın alabileceği en iyi yardım, başka birine yardım etmesidir."
Bilge Adamın Korkusu / Kral Katili Güncesi 2.Gün

15 Haziran 2017 Perşembe

Anne Frank'ın Hatıra Defteri [KİTAP - FİLM]


Frank ve van Daan ailesi, Hollanda'nın Naziler tarafından işgal edildiği sürede bir evin 'Arka Ev' adını verdikleri bir bölümünde saklanırlar. İki yıl süren bu saklanma sırasında Frank ailesinin en küçük kızı 12 yaşındaki Anne, bir günlük tutar. Günlükte Anne, Arka Ev'deki yaşamlarını, yaşadıklarını zorlukları ve düşüncelerini anlatır. Daha sonradan bu iki ailenin hayatta kalan son üyesi Otto Frank (Anne Frank'ın babası) bu günlüğü kitaplaştırır ve yayınlar.

Bu hikayenin geçtiği ev şu anda Amsterdam'da müzeye dönüştürülmüş bulunmakta. Hatta belki bazılarınız Aynı Yıldızın Altında filminde çekilen sahnelerden evin içerisini görmüştür. Aynı zamanda bu gerçek hikayeden uyarlanılarak o evde bir de film çekilmiş.

Bu iki yapıtla geçtiğimiz 3-4 gün boyunca çok ilgiliydim. Ben önce Burçak Çerezcioğlu'nun Mavi Saçlı Kız kitabında gördüm Anne Frank'ın Hatıra Defteri adlı filmi. Bu yüzden önce filmi izledim, sonra da günlüğü okudum. 

Filmle kitap biraz farklı aslında. Ben filmi daha önceden izleyip çok etkilendiğim için sonradan kitabı okuduğumda biraz sıkıldım çünkü her şeyi ezberlemiş gibi olmuştum biraz ve aynı şeyleri okumak yordu duygusal olarak çok yoğun olduğu için. Bu yüzden öncelikle kitabın okunulması daha doğru olacaktır sanırım. Bence mutlaka gözden geçirilmesi gereken kitaplardan biri. Çünkü Anne, bu günlüğü tutarken en başta kendisi için tutsa da sonradan Kültür ve Bilim Bakanı Bolkestain'in radyo programında söylediği; savaştan sonra Hollanda halkının Almanlardan gördüğü zulme şahitlik eden tüm belgelerin toplanıp yayınlanacağını ve buna örnek olarak da günlüklerin verildiğini duyunca bir kitap yayınlamaya karar veriyor. Tuttuğu günlüğün de kitabın temelini oluşturacağını umduğundan günlüğünde Arka Ev'deki günlük aktivitelerini anlatmaya daha çok özen gösteriyor (Anne bundan günlükte bahsediyor).

Anne, yazar olmak istiyordu, adının duyulmasını istiyordu. Bunu yaşamında görememiş olsa bile onun yaşamından yıllar sonra bile adı yaşamaya devam etti, hala da ediyor.
"Ne yaparsam yapayım, diğerlerini, gidenleri düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Bir şeye güldüğüm zaman ürkerek kesiyorum gülmeyi, neşeli olmanın utanç verici olduğunu düşünüyorum."
Anne Frank'ın Hatıra Defteri'ni şu anda bildiğim kadarıyla Epsilon ve İş Bankası Kültür Yayınları çıkarıyor. Ben gittiğim kitabevinde Epsilon Yayınevi'nden olan baskısını bulabilmiş ve onu almıştım. Çok özenerek hazırlandığı çok belliydi bu yüzden Epsilon Yayınevi'ni içtenlikle tebrik ediyorum.

Ama ben özellikle filmi çok beğendim. Siyah-beyaz bir film, yaşanılan o şeyler o kadar iyi anlatılmış ki. Korkuları, yaşamak için verdikleri çabalar, iki ailenin küçüçük bir odada zamanla birbirlerine karşı yaşadıkları kızgınlıklar, üzüntüler... Herkesin izlemesini öneriyorum

Günlüğün bir yerinde şöyle bir cümle geçiyor insana çok dokunan: "Artık bir şey yapmaya cesaret edemiyorum, çünkü yasak olmasından korkuyorum." Hollanda, Almanlar tarafından işgal edildiğinde Yahudilere her şeyi yasaklamışlar; Yahudiler tramvaya binemezler, bisiklete binemezler, gidecekleri yere yürümek zorundalar, Hristiyanların evine giremezler, akşam sekizden sonra tanıdıklarıyla bile bahçede oturamazlar, spor alanlarına gidemezler ve kıyafetlerinde sarı bir yıldız dikili olmak zorunda ve bunun gibi birçok şey. Ve bunca yasağın içinden kaçıp küçüçük bir odada gün içerisinde neredeyse hiç hareket etmeden oturmak zorunda olmaya gönüllü oluyorlar, sırf yaşayabilmek için. Çünkü yavaş yavaş Yahudiler toplama kamplarına götürülmeye başlanıyor ve kimse o şekilde ölmek istemiyor. 
"Hatıra defteri tutmak benim gibi biri için tuhaf bir duygu. Yalnızca daha önce hiç yazmadığımdan değil. İleride ben de dahil hiç kimse on üç yaşından bir kızın içinden geçenlerle ilgilenmeyecekmiş gibi geliyor. Ama aslında bunun hiçbir önemi yok, ben yazmak ve daha da önemlisi kalbimden geçen bir sürü şeyi ortaya dökmek istiyorum.
Ellerimi başıma dayadığım ve tembellikten dışarı mı çıksam, evde mi kalsam bilemediğim, sonuçta aynı yerde pinekleyip kaldığım hafif melankolik günlerimden birinde canım sıkıldığında 'Kağıt insanlardan daha sabırlıdır,' sözü içime işledi."

5 Haziran 2017 Pazartesi

Uluslararası Dergi Fuarı / İstanbul

Herkese merhaba! Yaklaşık 3 aydır buralara ara vermiş gibi oldum, çünkü çok yoğundum, çok meşguldüm. Yine de Instagram adresinde aktif olmaya çalıştım. Umarım bazı şeyleri mahvederken bazı şeyleri başarabilmişimdir. Bu 3 aylık sürede bol bol okudum, biraz gezdim ve bol bol ders çalıştım. Bu sürede gittiğim bir fuardan bahsetmek istiyorum ben ömcelikle;

Sirkeci Garı'nda 4-9 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen Uluslararası Dergi Fuarı'na katıldım. Yazısını çok geç paylaşıyor olmamdan ötürü hepinizden özür diliyorum ama amacım; aldığım farklı farklı türdeki (benim bile daha önce hiç duymadığım) dergileri okuduktan sonra sizlerle paylaşmak.

Aslında bence fuarın çok eksikleri vardı, birçok aradığım dergi yoktu mesela. Daha bilinmeyen dergilerin standları mevcuttu ve bu da fuara çok fazla ilgi olmamasının başlıca nedenlerinden birisiydi bence. 


sensizlik, hüznün yürekte
pıhtılaşması
aklın kaçırılmaya çalışılması
düşünce labirentlerinden
tavanın seyre dalınması
göz inadı bırakıp
yumulana dek
hayalinde gezinen
hırkasız dervişin
değneğiyle silkelemesi
göğün şiltesini
ve sensizlik
iki büklüm katlanmak
can ağrısına
rüyanda yer tutan
haylaz çocuğun
çelme takması adamlığına
yutkunması ağaran günün
sırtında koşturulması
...
...
...
sensizlik, kalbin
akla kanışı*
Hatip Çiçek / Sensizlik Sonrası / BİRNOKTA Dergi 184.Sayı

BİRNOKTA dergisi hakkında maalesef sitelerinde çok bir bilgi yok. Yalnız çok uzun süredir var olduğunu tahmin ediyorum sitedeki birkaç şeyden ötürü. Ayrıca derginin üstünde 17.yıl yazıyor ve elimdeki sayı 184.sayı. Uzun süredir olan bir dergideki yazıların biraz acemiye kaçması beni şaşırtmadı değil ama çok güzel yazılar ve şiirler de vardı kesinlikle. Benim elimdeki sayı, son çıkan sayıları imiş. Derginin birkaç sayısını daha alıp takip etmeyi düşünüyorum lakin hep bu sayıya benzer sayılar çıkıyorsa sanırım takip etmem. Çünkü dergi içindeki yazılar biraz basite kaçıyordu, benim çok hoşuma gitmedi. Tasarımı, vs çok güzeldi aslında ama okurken sıkıldım, biraz 'Bu ne ya?' havalarına büründüm. Sevenleri de tabiki vardır derginin ama ben pek onlardan olamadım maalesef.


Her dönemin en çok sevilen ve bilinen insanları diye bir liste yapılsa ülkemizde, Kemal Sunal şüphesiz bu listenin başlarında yer alır. 'Yediden yetmişe herkesin sevgilisi' tanımına en çok yakışan isimlerden biridir o. Döneminde sinema koltuklarında filmlerini izlemiş dedeler, babalar; filmleri döne döne televizyonda yayınlanırken de torunlarıyla, çocukları birlikte atmışlardır kahkahalarını. Her birimizin aklında en az bir repliği vardır güldüğümüz ve biraz da onun gibi söylemeye çalıştığımız. O nesiller boyu yüzümüzü güldüren adamdır. Fakat bence onu bu kadar ölümsüz kılan, ezilmişliğimizi, kandırılmışlığımızı, dışlanmışlığımızı anarşist bir kahkaha ile sistemin yüzüne cesurca haykırmasıdır.*
FİLMARASI Dergi
🎥
Uluslararası Dergi Fuarı'nda görüp de 'çok film-dizi aşığı olmasam da şunu bi okuyayım' diye aldığım FİLMARASI Dergi, tam da tahmin ettiğim gibi sırf film severlere yönelik ve bu alanla çok ilgili olmayan birini sıkabiliyor. Bendeki 52.sayı sanırım 2015 yılına aitmiş, Cem Yılmaz ve Algı Eke röportajlarına ek olarak Türkiye'de en çok güldüğümüz, tercih ettiğimiz komedi filmlerine ayrıntılı bir inceleme yapmış ve eskilerle bugünü karşılaştırmış. Başlarda okurken çok zevk aldım, ama daha sonrasında beni bir miktar sıktı ve hep atlaya atlaya okumama neden oldu. 😅 Dergiyi takip etmeyi düşünmüyorum ama bu alana çok ilgi duyarların en azından bir kez de olsa herhangi bir sayısına göz gezdirmeleri gerektiğini düşünüyorum.


Burada unutulmuşların yahut terk edilmişlerin arasında tek başına, yaşamanın anlamını sorgulayan, benliğini, kimliğini arayan, bir zamanlar o her neysem, nasıl bir şeysem işte... Tüm bunlardan ve en çok da kendimden sıkıldım. Yarım kalan cümlelere benziyorum yıllar geçtikçe, daha da çok. Çok olan her şey çabuk tükendiğinden olacak, ben az kaldım ve hep çok az farkla kaçırdım tüm mutlulukları. Kılın payına düşen bir tutam umuttum bazen. Bazen hep eksik hissedilen ama kim bilir neyin unutulduğu bir unut'tum.*
Cihan Deniz / keşke dergi 18.sayı
🔥
Yine Uluslararası Dergi Fuarı'nda görüp aldığım ve sevdiğim dergilerden biriyle tanıştırmak istiyorum ben bugün sizi. Bendeki sayısı geçen seneye ait. İki aylık düşünce ve edebiyat dergisi özelliğine sahip. Beni en çok vuran kısmı ise içerisinde bir sürü şiir olması. 😍 Tasarımı güzel, sade, göz yormuyor; tam da sahilde çimlerin üzerine oturup okumalık bir dergi. Ben bu dergiyi takip etmeyi düşünüyorum, umarım diğer sayıları da beni hayal kırıklığına uğratmaz.


Arka Kapak dergisini ise birçok kez görmüş ama hiçbir zaman alıp okuma fırsatı bulamamıştım, neyse ki fuarda Franz Kafka odaklı bir sayılarını gördüm de hemen aldım. Ben gerçekten çok sevdim, birçok belgesel, film, kitap not aldım okumak için. Franz Kafka'yla ilgili bilmediğim birçok şey öğrendim. Tasarımıyla, sayfalarıyla bence tam başucu dergilerden. Takip etmeye çalışacağım kesinlikle dergiyi, sizlerin de en azından birkaç sayısına göz gezdirmenizi tavsiye ederim. 😉