29 Ağustos 2017 Salı

Kral Katili Güncesi

"Söylentiler bizi hazır hamle yapmaya iter davranışta bulunmaya zorlar ve bir meselenin henüz olgunlaşmadan mahvına yol açar."
Bilge Adamın Korkusu / Kral Katili Güncesi 2.Gün

Ağustos ayıyla beraber keşfettiğim yeni bir destandan bahsetmek istiyorum bugün biraz. Rüzgarın Adı isimli kitapla başlayan Kral Katili Güncesi Efsanesi İthaki Yayınları'ndan çıkan bir süredir okuduğum en akıcı kitaplardan.

Bir süredir çok kalın kitaplara karşı büyük bir takıntı içerisindeyim. Sanki kendime kendimi kanıtlamak istercesine elim hep bu tür kalın kitaplara gidiyor. Kral Katili Güncesi de bu durumum sayesinde keşfettiğim bir seri.

Seriyi okumaya başlamadan önce hakkında o kadar çok övgü duydum ki gittikçe daha fazla bu iki kitabı okumak için istek duydum. En sonunda İnebolu tatilim dönüşünde kitapları sipariş edip okumaya başladım.

"Öyle birini, yani size sarıldığı zaman hiç düşünmeksizin gözlerinizi dünyaya kapayabileceğiniz bir kişiyi bulabilirseniz, kendinizi şanslı sayın. Sadece bir günlüğüne, hatta bir dakikalığına bile olsa. Müzik eşliğinde hafif hafif sallanmaları, bunca yıl sonra bile aşkı düşündüğümde aklıma gelen ilk görüntüdür."
Rüzgarın Adı / Kral Katili Güncesi 1.Gün

Duyduğum birçok övgü sayesinde kitabı gözümde çok büyütmüştüm, bu yüzden maalesef en başlarda biraz hayal kırıklığına uğradım, çünkü daha heyecanlı olaylar dizisi bekliyordum. Lakin kitap devam ettikçe fark ettim ki kitap o kadar içine çekiyor ki gün içerisinde ne kadar okuduğunuzu anlamamaya ve kendinizi bir destan dinliyormuş gibi hissetmeye başlıyorsunuz. Dediğim gibi ilk kitapta en başlarda heyecanlı olaylar dizisi ile karşılaşmasanız da o kadar güzel ve dokunaklı bir hikayeye adım atıyorsunuz ki bu önyargı ve büyük ihtimalle oluşan hayal kırıklığınızı üstünüzden nasıl attığınızı bile anlamıyorsunuz.

Sanırım daha fazla ayrıntı vermeden önce biraz kitabın konusundan bahsetmeliyim. Bunun için size kitabın arkasındaki küçük kesiti paylaşmayı daha uygun görüyorum:
Benim adım Kvothe. Uyuyan höyük krallarından prensesler kaçırdım. Trebon kasabasını yakıp kül ettim. Felurian'la bir gece geçirdim ve hem canıma hem de aklıma mukayyet olabildim. Çoğu insanın kabul edildiğinden daha küçük bir yaşta Üniversite'den atıldım. Başkalarının gündüz gözüyle ağızlarına almaktan bile korktukları yollardan ay ışığı altında geçtim. Tanrılarla konuştum, kadınlar sevdim ve ozanları ağlatan şarkılar yazdım. Belki beni duymuşsunuzdur.
Fantastik kurgu edebiyatının eşsiz bir masalı, bir kahramanın kendi ağzıyla anlattığı öyküsü işte böyle başlıyor. Bir keder öyküsü bu... bir kurtuluş öyküsü... bir adamın evrenin anlamını arayışının ve gerek o arayışın gerekse de onu sürdürmesini sağlayan gem vurulmaz iradenin bir efsaneye dönüşmesinin öyküsü...

Kitabın arkasındaki 'kendi ağzıyla anlattığı' kısmına açıklık getirmek istersem; Kvothe'nin hayat hikayesini bir Tarihçi'ye, yazmana anlatmasını okuyoruz biz kitapta. Kvothe'nin anlattığı kısımlar hariç kitap üçüncü tekil şahıs kipi ile kaleme alınmış ve bence gerçekten çok güzel bir uyum sağlanmış.

Çok fazla uzatmak istemesem de sanırım birkaç paragraflık daha içimde cümleler kaldı, çünkü henüz kendimi yazıyı tamamlamış hissetmiyorum. Bu yüzden ipuçları vererek yada kitabın konusunun daha da içine girmemek adına genel olarak iki kitap arasındaki farklardan bahsetmek istiyorum. İkinci kitabımızın adı Bilge Adamın Korkusu ve serinin henüz üçüncü kitabı yayımlanmamış bulunmakta. Ayrıca ikinci kitabı ilk kitaba göre daha çok beğendiğimi de belirtmek istiyorum. İlk kitap sanki ikinci kitaba bir hazırlık aşamasıydı ve ikinci kitaptaki olayların olma sebepleri gibiydi. Asıl ve büyüleyici olayların ikinci kitapta olmasıyla birlikte o 1139 sayfa nasıl bitti, hiç anlamadım. O kadar heyecanlı ve o kadar hızlı ilerledi ki geceleri uyuyamayıp kitabı devam ettirmek için yatağımdan kalkıp okumaya devam ettiğim oldu.

Kısaca farklı bir şey okumak istiyorsanız, kendinizi kendinize kanıtlamak istiyorsanız yada direkt kitabı çok merak ettiyseniz çok fazla beklemeden bu iki kitaba şans vermenizi öneriyorum.

"Çocukken geleceğe pek kafa yormayız. Bu masumiyetimiz sayesinde çoğu yetişkinin aksine hayatın tadını çıkarabiliriz. Gelecek kaygısı duymaya başladığımız gün, çocukluğumuzu geride bıraktığımız gündür."
Rüzgarın Adı / Kral Katili Güncesi 1.Gün

"Şarkılar kendi saatlerini ve mevsimlerini seçerler. Ezgin cılızsa bunun bir sebebi vardır. Ezginin tonu yüreğinin mizacıdır ve çamurlu bir kuyudan temiz su çekemezsin. Tek yapabileceğin artıkların dibe çökmesini beklemektir. Yoksa sesin kırık bir çanınkinden farksız olur."
Bilge Adamın Korkusu / Kral Katili Güncesi 2.Gün

"Öykü dediğin ceviz gibidir," dedi Vashet. "Bir budala onu bütün bütün yutup boğulur. Başka bir budala değersiz olduğunu sanıp atar." Gülümsedi. "Ama bilge bir kadın kabuğu kırmanın ve içindeki meyveyı yemenin bir yolunu bulur."
Bilge Adamın Korkusu / Kral Katili Güncesi 2.Gün

"Ama bazen bir insanın alabileceği en iyi yardım, başka birine yardım etmesidir."
Bilge Adamın Korkusu / Kral Katili Güncesi 2.Gün

15 Haziran 2017 Perşembe

Anne Frank'ın Hatıra Defteri [KİTAP - FİLM]


Frank ve van Daan ailesi, Hollanda'nın Naziler tarafından işgal edildiği sürede bir evin 'Arka Ev' adını verdikleri bir bölümünde saklanırlar. İki yıl süren bu saklanma sırasında Frank ailesinin en küçük kızı 12 yaşındaki Anne, bir günlük tutar. Günlükte Anne, Arka Ev'deki yaşamlarını, yaşadıklarını zorlukları ve düşüncelerini anlatır. Daha sonradan bu iki ailenin hayatta kalan son üyesi Otto Frank (Anne Frank'ın babası) bu günlüğü kitaplaştırır ve yayınlar.

Bu hikayenin geçtiği ev şu anda Amsterdam'da müzeye dönüştürülmüş bulunmakta. Hatta belki bazılarınız Aynı Yıldızın Altında filminde çekilen sahnelerden evin içerisini görmüştür. Aynı zamanda bu gerçek hikayeden uyarlanılarak o evde bir de film çekilmiş.

Bu iki yapıtla geçtiğimiz 3-4 gün boyunca çok ilgiliydim. Ben önce Burçak Çerezcioğlu'nun Mavi Saçlı Kız kitabında gördüm Anne Frank'ın Hatıra Defteri adlı filmi. Bu yüzden önce filmi izledim, sonra da günlüğü okudum. 

Filmle kitap biraz farklı aslında. Ben filmi daha önceden izleyip çok etkilendiğim için sonradan kitabı okuduğumda biraz sıkıldım çünkü her şeyi ezberlemiş gibi olmuştum biraz ve aynı şeyleri okumak yordu duygusal olarak çok yoğun olduğu için. Bu yüzden öncelikle kitabın okunulması daha doğru olacaktır sanırım. Bence mutlaka gözden geçirilmesi gereken kitaplardan biri. Çünkü Anne, bu günlüğü tutarken en başta kendisi için tutsa da sonradan Kültür ve Bilim Bakanı Bolkestain'in radyo programında söylediği; savaştan sonra Hollanda halkının Almanlardan gördüğü zulme şahitlik eden tüm belgelerin toplanıp yayınlanacağını ve buna örnek olarak da günlüklerin verildiğini duyunca bir kitap yayınlamaya karar veriyor. Tuttuğu günlüğün de kitabın temelini oluşturacağını umduğundan günlüğünde Arka Ev'deki günlük aktivitelerini anlatmaya daha çok özen gösteriyor (Anne bundan günlükte bahsediyor).

Anne, yazar olmak istiyordu, adının duyulmasını istiyordu. Bunu yaşamında görememiş olsa bile onun yaşamından yıllar sonra bile adı yaşamaya devam etti, hala da ediyor.
"Ne yaparsam yapayım, diğerlerini, gidenleri düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Bir şeye güldüğüm zaman ürkerek kesiyorum gülmeyi, neşeli olmanın utanç verici olduğunu düşünüyorum."
Anne Frank'ın Hatıra Defteri'ni şu anda bildiğim kadarıyla Epsilon ve İş Bankası Kültür Yayınları çıkarıyor. Ben gittiğim kitabevinde Epsilon Yayınevi'nden olan baskısını bulabilmiş ve onu almıştım. Çok özenerek hazırlandığı çok belliydi bu yüzden Epsilon Yayınevi'ni içtenlikle tebrik ediyorum.

Ama ben özellikle filmi çok beğendim. Siyah-beyaz bir film, yaşanılan o şeyler o kadar iyi anlatılmış ki. Korkuları, yaşamak için verdikleri çabalar, iki ailenin küçüçük bir odada zamanla birbirlerine karşı yaşadıkları kızgınlıklar, üzüntüler... Herkesin izlemesini öneriyorum

Günlüğün bir yerinde şöyle bir cümle geçiyor insana çok dokunan: "Artık bir şey yapmaya cesaret edemiyorum, çünkü yasak olmasından korkuyorum." Hollanda, Almanlar tarafından işgal edildiğinde Yahudilere her şeyi yasaklamışlar; Yahudiler tramvaya binemezler, bisiklete binemezler, gidecekleri yere yürümek zorundalar, Hristiyanların evine giremezler, akşam sekizden sonra tanıdıklarıyla bile bahçede oturamazlar, spor alanlarına gidemezler ve kıyafetlerinde sarı bir yıldız dikili olmak zorunda ve bunun gibi birçok şey. Ve bunca yasağın içinden kaçıp küçüçük bir odada gün içerisinde neredeyse hiç hareket etmeden oturmak zorunda olmaya gönüllü oluyorlar, sırf yaşayabilmek için. Çünkü yavaş yavaş Yahudiler toplama kamplarına götürülmeye başlanıyor ve kimse o şekilde ölmek istemiyor. 
"Hatıra defteri tutmak benim gibi biri için tuhaf bir duygu. Yalnızca daha önce hiç yazmadığımdan değil. İleride ben de dahil hiç kimse on üç yaşından bir kızın içinden geçenlerle ilgilenmeyecekmiş gibi geliyor. Ama aslında bunun hiçbir önemi yok, ben yazmak ve daha da önemlisi kalbimden geçen bir sürü şeyi ortaya dökmek istiyorum.
Ellerimi başıma dayadığım ve tembellikten dışarı mı çıksam, evde mi kalsam bilemediğim, sonuçta aynı yerde pinekleyip kaldığım hafif melankolik günlerimden birinde canım sıkıldığında 'Kağıt insanlardan daha sabırlıdır,' sözü içime işledi."

5 Haziran 2017 Pazartesi

Uluslararası Dergi Fuarı / İstanbul

Herkese merhaba! Yaklaşık 3 aydır buralara ara vermiş gibi oldum, çünkü çok yoğundum, çok meşguldüm. Yine de Instagram adresinde aktif olmaya çalıştım. Umarım bazı şeyleri mahvederken bazı şeyleri başarabilmişimdir. Bu 3 aylık sürede bol bol okudum, biraz gezdim ve bol bol ders çalıştım. Bu sürede gittiğim bir fuardan bahsetmek istiyorum ben ömcelikle;

Sirkeci Garı'nda 4-9 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen Uluslararası Dergi Fuarı'na katıldım. Yazısını çok geç paylaşıyor olmamdan ötürü hepinizden özür diliyorum ama amacım; aldığım farklı farklı türdeki (benim bile daha önce hiç duymadığım) dergileri okuduktan sonra sizlerle paylaşmak.

Aslında bence fuarın çok eksikleri vardı, birçok aradığım dergi yoktu mesela. Daha bilinmeyen dergilerin standları mevcuttu ve bu da fuara çok fazla ilgi olmamasının başlıca nedenlerinden birisiydi bence. 


sensizlik, hüznün yürekte
pıhtılaşması
aklın kaçırılmaya çalışılması
düşünce labirentlerinden
tavanın seyre dalınması
göz inadı bırakıp
yumulana dek
hayalinde gezinen
hırkasız dervişin
değneğiyle silkelemesi
göğün şiltesini
ve sensizlik
iki büklüm katlanmak
can ağrısına
rüyanda yer tutan
haylaz çocuğun
çelme takması adamlığına
yutkunması ağaran günün
sırtında koşturulması
...
...
...
sensizlik, kalbin
akla kanışı*
Hatip Çiçek / Sensizlik Sonrası / BİRNOKTA Dergi 184.Sayı

BİRNOKTA dergisi hakkında maalesef sitelerinde çok bir bilgi yok. Yalnız çok uzun süredir var olduğunu tahmin ediyorum sitedeki birkaç şeyden ötürü. Ayrıca derginin üstünde 17.yıl yazıyor ve elimdeki sayı 184.sayı. Uzun süredir olan bir dergideki yazıların biraz acemiye kaçması beni şaşırtmadı değil ama çok güzel yazılar ve şiirler de vardı kesinlikle. Benim elimdeki sayı, son çıkan sayıları imiş. Derginin birkaç sayısını daha alıp takip etmeyi düşünüyorum lakin hep bu sayıya benzer sayılar çıkıyorsa sanırım takip etmem. Çünkü dergi içindeki yazılar biraz basite kaçıyordu, benim çok hoşuma gitmedi. Tasarımı, vs çok güzeldi aslında ama okurken sıkıldım, biraz 'Bu ne ya?' havalarına büründüm. Sevenleri de tabiki vardır derginin ama ben pek onlardan olamadım maalesef.


Her dönemin en çok sevilen ve bilinen insanları diye bir liste yapılsa ülkemizde, Kemal Sunal şüphesiz bu listenin başlarında yer alır. 'Yediden yetmişe herkesin sevgilisi' tanımına en çok yakışan isimlerden biridir o. Döneminde sinema koltuklarında filmlerini izlemiş dedeler, babalar; filmleri döne döne televizyonda yayınlanırken de torunlarıyla, çocukları birlikte atmışlardır kahkahalarını. Her birimizin aklında en az bir repliği vardır güldüğümüz ve biraz da onun gibi söylemeye çalıştığımız. O nesiller boyu yüzümüzü güldüren adamdır. Fakat bence onu bu kadar ölümsüz kılan, ezilmişliğimizi, kandırılmışlığımızı, dışlanmışlığımızı anarşist bir kahkaha ile sistemin yüzüne cesurca haykırmasıdır.*
FİLMARASI Dergi
🎥
Uluslararası Dergi Fuarı'nda görüp de 'çok film-dizi aşığı olmasam da şunu bi okuyayım' diye aldığım FİLMARASI Dergi, tam da tahmin ettiğim gibi sırf film severlere yönelik ve bu alanla çok ilgili olmayan birini sıkabiliyor. Bendeki 52.sayı sanırım 2015 yılına aitmiş, Cem Yılmaz ve Algı Eke röportajlarına ek olarak Türkiye'de en çok güldüğümüz, tercih ettiğimiz komedi filmlerine ayrıntılı bir inceleme yapmış ve eskilerle bugünü karşılaştırmış. Başlarda okurken çok zevk aldım, ama daha sonrasında beni bir miktar sıktı ve hep atlaya atlaya okumama neden oldu. 😅 Dergiyi takip etmeyi düşünmüyorum ama bu alana çok ilgi duyarların en azından bir kez de olsa herhangi bir sayısına göz gezdirmeleri gerektiğini düşünüyorum.


Burada unutulmuşların yahut terk edilmişlerin arasında tek başına, yaşamanın anlamını sorgulayan, benliğini, kimliğini arayan, bir zamanlar o her neysem, nasıl bir şeysem işte... Tüm bunlardan ve en çok da kendimden sıkıldım. Yarım kalan cümlelere benziyorum yıllar geçtikçe, daha da çok. Çok olan her şey çabuk tükendiğinden olacak, ben az kaldım ve hep çok az farkla kaçırdım tüm mutlulukları. Kılın payına düşen bir tutam umuttum bazen. Bazen hep eksik hissedilen ama kim bilir neyin unutulduğu bir unut'tum.*
Cihan Deniz / keşke dergi 18.sayı
🔥
Yine Uluslararası Dergi Fuarı'nda görüp aldığım ve sevdiğim dergilerden biriyle tanıştırmak istiyorum ben bugün sizi. Bendeki sayısı geçen seneye ait. İki aylık düşünce ve edebiyat dergisi özelliğine sahip. Beni en çok vuran kısmı ise içerisinde bir sürü şiir olması. 😍 Tasarımı güzel, sade, göz yormuyor; tam da sahilde çimlerin üzerine oturup okumalık bir dergi. Ben bu dergiyi takip etmeyi düşünüyorum, umarım diğer sayıları da beni hayal kırıklığına uğratmaz.


Arka Kapak dergisini ise birçok kez görmüş ama hiçbir zaman alıp okuma fırsatı bulamamıştım, neyse ki fuarda Franz Kafka odaklı bir sayılarını gördüm de hemen aldım. Ben gerçekten çok sevdim, birçok belgesel, film, kitap not aldım okumak için. Franz Kafka'yla ilgili bilmediğim birçok şey öğrendim. Tasarımıyla, sayfalarıyla bence tam başucu dergilerden. Takip etmeye çalışacağım kesinlikle dergiyi, sizlerin de en azından birkaç sayısına göz gezdirmenizi tavsiye ederim. 😉

28 Mart 2017 Salı

Yolun Yarısında Bir Tebessüm: Frida Kahlo / ANKARA


İyi akşamlar!
Geçen hafta arkadaşlarımla birlikte gidebileceğim etkinliklere bakınırken Frida Kahlo ile ilgili bir sergi olduğunu gördük. Hemen gitmem gerektiğini düşündüm tabi ki, A'dan Z'ye her yerde mektuplarını ve resimlerini gördüğüm bu kadının hayatını gidip bir de kronolojik sıralamasıyla ve hayatının içinden fotoğraflarıyla öğrenmeliydim. Bu yüzden geçtiğimiz pazar günü düştük yollara.

Sergi mekanı yukarıdaki fotoğrafta da gördüğünüz gibiydi. Girdiğinizde sağ taraftan sayılarla numaralandırılmış ve altına o fotoğrafla ilgili bilgiler içeren küçük kartlar konulmuştu. Bu şekilde tüm o mekanı turluyordunuz. Biz sabahtan da başka bir etkinliğe katıldığımız için gözüm bayağı bir korktu, bayağı bir yorgun gelmiştik buraya. Yine de başladık gezmeye.


Sergi girişinde asılan posterdeki biraz uzun olan anlatının bazı yerlerini sizler için buraya eklemek istiyorum ki, serginin asıl konusunu aktarabileyim. Çünkü ben serginin asıl vermek istediği düşünceden ayrı bir yerlere kaydım nedense. Algıda seçicilik dedikleri şey bu olsa gerek. 😂
"Şüphesiz ki, Meksika Sanat Tarihi'nin en tartışmalı çiftlerinden biri Diego Rivera ile Frida Kahlo'dur. Çarpıcı kişilikleri, çağdaşları arasında yer yer kıskançlık, yer yer hayranlık gibi çeşitli duygular uyandırmıştır. Ancak dönemin olmazsa olmaz bir fenomenini yarattıkları su götürmez bir gerçektir.
Evlendikleri 1929 yılından Frida'nın öldüğü 1954'e kadarki neredeyse yirmi beş yıllık birlikteliklerine, sayısız kavuşma-ayrılık, aşk-nefret, paylaşım ve savaşım damgasını vurmuştur.
...
Sergi aynı şekilde, çiftin ikinci evliliklerini ve dönemin sanat dünyasıyla bağlarını; Siqueiros ve Orozco, yardımcıları ve öğrencileri ile aralarındaki ilişkiyi göstermektedir. Sergi ayrıca Frida'nın çektiği acıyı ve kötüye giden sağlık durumunu, ölüme yakınlığını ve çiftin son fotoğrafını da yansıtmaktadır.
..."


Sergi gerçekten çok güzeldi. Bir kitap okuyor gibiydik hatta ben en sonunda 'İnanamıyorum, kadın öldü ya!' diye sitem ederken buldum kendimi. Sanki gerçekten kitap okuyordum ve her bir fotoğrafla, o fotoğrafın altındaki yazıyla duygularım şekilden şekile giriyordu.
Yine de tek eksiğin iki aşık arasındaki mektupların yayınlanmamasıydı bence. Onları da tamamıyla görsek daha bir hoş olurdu.

"Frida hayata ve yaşama devam etmesi için yegane dayanağı olan sevgilisi Diego'ya sarılıyor."

Aslında kendime göre kısaca özetlemem gerekirse; Frida Kahlo henüz 6 yaşındayken çocuk felci geçirir, 18 yaşında birçok kişinin de öldüğü bir trafik kazası ile de yıllar boyu hayatı korseler, hastaneler ve doktorlarla birlikte geçer. 32 kez ameliyat edilir, aylarca hastanede kalır ve 47 yaşındayken sağ bacağı kesilir. Buna rağmen hastane odasında yattığı yatakta bile resim yapmaya devam eder, başucunda Diego hep onu bekler. Resimlerini hep sandalye üzerinde oturarak yapar sağlık sorunları nedeniyle. Yine 47 yaşındayken yani 1954 yılında sağ bacağı kesildikten kısa bir süre sonra hayata gözlerini yumar. Diego ise kansere karşı savaş veriyordur ve hayatının son demlerinde zaman zaman boya fırçalarına dalar gider. Frida'yı her zaman özler. Bu sonsuz aşkı fotoğraflarıyla birlikte görmek için CerModern'e 23 Nisan'a kadar uğramayı unutmayın!

25 Mart 2017 Cumartesi

Ölümsüz Tanrıların Ülkesi: Oaxaca / Fernando Franco / ANKARA

CerModern'de "Yolun Yarısında Bir Tebessüm: Frida Kahlo" sergisine komşu olan bir sergiden bahsetmek istiyorum ben bu sefer. Fernando Franco isimli Meksikalı bir fotoğrafçının Oaxaca'da çektiği fotoğraflarla hazırladığı bir sergi bu. Serginin ismi ise; "Ölümsüz Tanrılar Ülkesi".

Sergide çektiğim ve çok beğendiğim birkaç fotoğrafı, altına bilgiler ekleyerek sizlerle paylaşmak istiyorum. Böylece 26 Mart'a kadar ziyaret edebileceğiniz bu sergi için hazırladığım yazıya bir fragman niteliği kazandırmış oldurabileyim.

"Güney kısmı başta olmak üzere, Meksika'nın bazı bölgelerinde, hala yaşadıklarına ve sevdiklerini ziyaret etmek için geri geleceklerine inandıkları ölüler için kutlanan bir gün vardır. Bu günde ölülerin mezarlarına gece boyunca yollarını aydınlatmak, kaybolmalarını önlemek için mumlar bırakılır; ölüler ellerde kadife çiçekleri ve yiyeceklerle beklenir. Santa Maria Atzompa'da Ölüler Günü'nden bir kare."

Oaxaca Katedrali.

"Hierve El Agua şelalelerinin olduğu tepeler, çevre kasabalardan gelen yapay ışıkları kesiyor ve özellikle aysız gecelerde hayranlık uyandıran bir Samanyolu manzarası sunuyor."
 Instagram'da defalarca gördüğümüz, gördükçe bayıldığımız, beğendiğimiz bu kare sergide de en çok dikkat çeken fotoğraflardan biriydi.
"Oaxaca halkarının bir çoğunun giysileri İspanyollar ile yerli halkların arasındaki kaynaşmaya dayanır. Tlacolula de Matamoros'da geleneksel bir etek olan Enredo'ya, fetih dönemi İspanyol kadınlarının giydiği kıyafetlerdeki gibi bir astar eklenmiştir. Tlacolula, liderliği ve festivalin özü olan paylaşmayı simgeleyen Jarabe del Valle ile Guelaguetza'da temsil edilir."
Dantel detaylarına bayılan biri olarak bu fotoğrafa tutulduğumu belirtmek isterim. Fotoğrafın açısı, geleneksel kıyafete özgü olan bu dantel detayını ortaya çıkarmada çok başarılı olmuş ve ayrıca dışarıdan görülmeyen bir kısmı da gözler önüne sermiş.

Fernando Franco isimli bu foto-muhabirin sergisi hazır Ankara'ya, ayağınızın dibine kadar gelmişken hem de "Yolun Yarısında Bir Tebessüm: Frida Kahlo" ile komşuyken ziyaret edilesi mekanlarda üst sıralara CerModern eklenmeli ve 26 Mart'a kadar bu fotoğraf sergisi ziyaret edilmeli kesinlikle!

24 Mart 2017 Cuma

3. Çağdaş Sanat Fuarı / ANKARA

16-19 Mart tarihleri arasındaki 3.Çağdaş Sanat Fuarı'nı son gününde gezme fırsatı buldum birkaç arkadaşımla. Daha önce sanat galerisine gitmedim lakin ilkini gerçekleştirmiş olayım diye takıldım arkadaşlarımın peşine. Aslında sanat fuarı ama içerisi, ziyaretçilerin de sürekli dillendirdiği gibi sanat galerisinden pek de farklı değildi. Yine de ilgimi çeken çok başarılı bulduğum birkaç şey vardı. İşte bu yazımda ben bunları paylaşmak istiyorum.

Onur Can Özdemir
Girişte ilk dikkatimi çeken; Onur Can Özdemir için ayrılan kısım oldu. Nedense resimlerini daha güzel ve anlamlı buldum. Yaptığı portreler çok dikkat çekici duruyordu. Genelde kadın figürleri üzerine çalışmıştı. Sitesine gitmek için tıklayın.

Hidayet Üstün
Hidayet Üstün'e ait bu tablo ise 'vay be' dedirtti bize. Hemen telefonlara sarılıp fotoğrafını çektik, bayıldık.

neonvinç - Sezen Aslan
Ve bu mükemmel çalışma Sezen Aslan tarafından hazırlanmış olup, ilk defa 2017 yılı Ocak ayında bir sergide yer almış. 'neonvinç' ismindeki bu tablo Ankara ilinin gündüz ve gece görünümlerinde en sık rastlanan ögeler olan kule vinçler ve neon ışıklardan referans alınarak oluşturulmuş. Sanatçı ayrıca bu iki anahtar kelime için bir de ekleme yapmış; "Ankara'yı tek kelime ile soyutlamada kullanılabilecek hayali sözcük."

SO YU NU YO RUZ. - Küratör Füsun Kavalcı
İşte en çok bayıldığımız duygulandığımız ve fuarda da en çok ilgi gören bu çalışma; aslında bir duyarlılık ve farkındalık projesi imiş. Tam 18 kişinin birbirinden ayrı olarak hazırladığı bu çalışmalar birleştirilip bu görüntü verilmiş. Madencilerimizin maden ocağındaki soyunma odalarından esinlenerek hazırlanılan proje, insanlığın yaşayan ve yaşamayan gizli kahramanları, madencilerin anısına yapılmış.

Burak Ekinci - "OCAK"
Burak Ekinci bu çalışması için; "Madenler doğal olarak mineral kaynaklarıdır. Birilerinin refahı için çıkartılır, bir diğerlerinin ekonomisi için de satılır. Madenciler ve doğa genelde tahrip ve göz ardı edilir. Her madenci kendi maden ocağını el birliği ile oluşturur, daha sonra içinde çalışır, bazen eğlenir güler ama daha çok üzülür. En sonunda ya hastalanır ya da kendi madeninde ölür." notunu düşmüş.

Beste Ocak - "PERSPEKTİF"
Beste Ocak bu çalışması için; "İçinde kömür barındırması sebebiyle kurşun kalemi kullandım. Kurşun kalemlerle oluşturduğum karmaşık kafes görüntüsü, maden işçilerinin asansörlerini anlatmaktadır." notunu düşmüş.

Aynı zamanda fotoğrafını çekmediğim ama notlarını çok beğendiğim birkaç kişiyi de buraya eklemek istiyorum. 
Zahide Bahadır - "MADEN AĞI" : Maden emekçilerimiz, güneş görmeden çalıştıkları için kuru bir çiçek... Herhangi bir neden ile madenden çıkamamalarına karşın örümcek ağı...
Derin Sevil Bodur - "KUYU DİBİ" : Çalışmamda, karşılıklı yerleştirilmiş aynaların derinlik algısı üzerinde yarattığı optik yanılsamadan faydalandım. Bir döngü haline giren görüntü dipsiz bir tünel görüntüsü oluşturuyor. Birbirimize ve evrene bu tür tünellerle, solucan delikleriyle bağlı olduğumu düşünüyorum.
Hüseyin Erol - "KÖMÜR GÖMDÜLER" : Maden ocağında grizu patlaması olduğunda, göçük altında kalan maden işçisinin cesedini çıkartmak imkansızdır. Ancak ailesine bir cenaze töreni yapılmak zorundadır ve birinin gömülmesi gerekmektedir. İşte Anadolu'da oluşturulmuş bir gelenek vardır. Tabuta cansız beden yerine kömür koyulur ve o tabutun içi aileye gösterilmeden gömülür...
Tansu Sungar - "ÜÇ KURUŞ" : Madencilerin çalışma koşullarının ağır olmasına rağmen karşılığını iyi bir şekilde almamaları ve üç kuruş paraya çalışmak zorunda kalmalarını anlatmak istedim. Ve ufak bir ücret aldıklarını göstermek amaçlı, 1 kuruşları yolu andırır şekilde kullandım. O yol uzun ama hepsini toplayınca elde kalan hiç...
Daha fazla uzatmadan bu yazıyı burada sonlandırıyorum. Böyle anlamlı çalışmaların sahiplerini ayrıca tebrik ve teşekkür ederim. 

20 Mart 2017 Pazartesi

Günlerime Not X


Belki unutmayı beceremiyoruz Frida, aklımızda hep eski sözlerin yükü. Neye dokunsak, orası çamurlu gece. Nereye baksak, oradan bir rüzgar geliyor yüzümüze. Çürümek de böyle bir şey Frida.*
Diego Rivera

19 Mart 2017 Pazar

Bir Anneanne Bir Çilek


İyi akşamlar!

Ben yıllar öncesine dönüyorum bu akşam; şu fotoğrafı çektiğim güne. 2015 yılının Temmuz ayına. Ya salı ya cumartesi olması gerek, tam tarihi hatırlayamıyorum. Sadece İnebolu'da çarşı pazarının kurulduğu bu iki günden biriydi ve biz sabahın köründe kalkmış, anneanneme pazar hazırlığında yardım ediyorduk.

Benim anneannem kendini bildi bileli İnebolu'da yaşar. Küçük bir tarlamız vardır orada, Ahmet Maranki'nin tarlasına komşu olan. Ben ne zaman gitsem o tarlada karşılaşırım anneannemle. Yaşlandıkça daha çok tarlada vakit geçirmeye başladı hatta. Bana taş çıkartır bu konuda, ben 3-4 saat içinde yorulup uyumak için yatak aramaya başlıyorum. Günümüz gençliğini tam olarak ifade ediyorum bu konuda. Hareketsizliğe çok alışkınız, eskiler gibi değiliz. Anneannem ise sabah 7 gibi uyanıp yarım saat içinde tarlanın yokuşunu iner, akşam ezanından sonra da o yokuşu geri çıkar eve gitmek için.
Çok yorucu ama annem şehir hayatının içinde kendini bulduğundan beri hep anneannemi kıskanır, 'ah,' der, 'şimdi çilek topluyordur'. Ben de çilek toplamıştım işte o gün. Hayatım güzeldi, birkaç aydır köyde dedemlerin yanında yaşıyordum ve kafama taktığım şeyler gün gün azalıyordu. Sürekli yoruluyordum, çok az uyuyordum ama güzeldi. 
Böyle diyorum ama şimdi sorun, yazları gidince daha az kalıyorum. Neden? Özlemiyor muyum? Özlüyorum tabi ama tembellik işte. O berbat okul döneminden ve birkaç kötü olaydan sonra karnemi bile almadan dedemlerin yanına gitmiştim, gidince de birkaç ay kaldım, gelmedim İstanbul'a. Çünkü gelmek istemiyordum, kafamı boş şeylerle doldurmak bana yardımcı olmuyordu. Sürekli meşgul olup, yoğun olup kafamı dinlemek istiyordum ve o yaz bana en iyi gelen şey; o köy yaşamı olmuştu.

Ah, o çilekler! Dalından doparıldığı gibi yendiğinde öyle güzel tatları vardır ki, hele de ilaçlanmamış ise. Kokusu bile sizi mest eder. Bu yüzden genelde gezginlerin sayfasına yorum yaparım; gittiğiniz yerlerde köylere uğrayın, sizlere siz söylemeden mutlaka tarlalarının kapısını açacaklardır, diye. İlaçsız, hormonsuz nasıl olurmuş tatları, nasıl kokarmış o meyveler, sebzeler; işte en çok bunları gezin, derim. Çünkü en çok 'ölmeden önce yapılması gereken şeyler' tam da bunlar!


Günlerime Not IX


"Eğer, hayatımızın bir an'ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim. Biri, o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken… Öteki, bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün…
Herkes âşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyor. Ama aslında bu kadar basit işte: Birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan âşıksın."
Kürşat Başar / Başucumda Müzik (Arka Kapak)

17 Mart 2017 Cuma

Günlerime Not VIII


Evet, bazıları hayat boyu gerçeği arar, bazılarıysa kendi gerçeğini kurar ve ona inanırlar.
Ama bana göre yalnızca korkaklar hayatın, küçük bir dünyanın, kendi dünyalarının içindeki kurallara göre yaşanması gerektiğine inanırlar ve başkalarını da aslında her yüzyılda, haritanın üzerindeki her farklı renkteki kıta parçasında değişen kurallara göre yargılamaya kalkışırlar.*
Kürşat Başar / Başucumda Müzik


10 Mart 2017 Cuma

Günlerime Not VII

Her gözyaşım bir kuş olsa bile
ellerinden öteye geçemiyor
ve o kalbine hiç uğramıyor olmalı.
oysa gökyüzü sonsuzdu
kuşlar uçuyordu
ve kalpler birbirine karşıydı.
Şubat

8 Mart 2017 Çarşamba

8 Mart Dünya Kadınlar Günü

İyi akşamlar!

Bugün sonunda bu yazının başına oturabildim ve saat çok geç olmadan yayınlamak istiyorum. Bugün hepimizin bildiği üzere 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Kutlayanlar oldu, umursamayanlar oldu, standlar açan oldu, yürüyüşlere katılanlar ve bu yürüyüşleri düzenleyenler oldu hatta kutlayanlara saldırı düzenleyen bir grup bile oldu, neyse ki can kaybı olmadan atlatıyoruz şu anda bu günü. (Şükrettiğimiz şeylerin önemi ne derece büyümüş, farkında mısınız?)

Öncelikle her yerde bugünün tarihteki anlam ve önemi yayınlanmış olsa da ben de buradan kısaca bir özet geçmek istiyorum.

8 Mart 1857 tarihi. ABD'nin New York kenti. Bir grup tekstil işçisi; 40.000 kadın. daha iyi çalışma koşulları için greve başlıyor ve 120 can kaybı. 
Polisin işçilere saldırması ile işçiler, önünde grev yaptıkları tekstil fabrikasına kilitleniyorlar. Daha sonra fabrikada çıkan yangın ile işçiler kaçmaya çalışıyorlar ama fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamıyorlar. ve 120 kadın işçi can veriyor. 

💬

Hacettepe Üniversitesi Geleneksel Müzik Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜGEM)'nin Bergüzar Kadınlar Topluluğu ile birlikte 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'ne özel düzenlediği Anadolu Türküleri Konseri'ne katıldım dün ben. Öyle çok türkü dinleyen biri değilim aslında ama üniversiteye başladığımda her şeyi denemek ve her yere gitmek istediğimden dolayı ve dün gece de bir işimiz olmadığından dolayı bir arkadaşımla bu konsere gittik.

Öncelikle sunucuyu çok başarılı buldum. Verdiği bilgiler ve bunun eşliğinde edebiyatımızdan bazı hatırlatmalar yaparak konuşmalarını çok ilgi çekici ve dinlenebilir yapmayı başarmıştı. En çok onu dinledik. 
Türküler ayrı bir güzeldi. Ne yanık sesli kadınlar vardı bir duysanız. Türkü dinlemeyen benin bile bazı seslerde tüyleri diken diken oldu. 
Yalnız bence bazı eksiklikler vardı. Evet, her şeyiyle çok güzeldi ama 'Anadolu Kadınları' deyince ben Anadolu'ya ait bazı motifler görmeyi bekledim. Bu belki kıyafet, belki sahneye birkaç süsleme tarzı olabilirdi. Enstrümanlar yöreseldi tabi ama bence bu pek de yeterli değildi. Göze hitap eden bazı şeyler eksikti benim fikrimce. 


"Her ülkenin kadınları başkadır ama Anadolu kadını bambaşkadır. Her şiirde, her türküde Anadolu kadınından bir iz vardır." 

Dinlediğimiz halk türkülerinin %60'ından fazlasının kadınlar tarafından kaleme alındığını ve söylendiğini biliyor muydunuz? Evet, tahmin edilebilir bir şey, haklısınız. Yine de böyle sayısal rakamlar verildiğinde o bilgi her zaman gözüme daha mükemmel ve inanılamaz gözükmüştür. Konserde bunun gibi pek çok şey söylendi. Neşet Ertaş'tan tutun, edebiyatımızdaki birçok tanınmamış şaire kadar alıntılara ve şiirlere yer verildi. Ve bunlar harika seslerle, çok içten duygularla okundu. 

"Kadın ana iken verdiğini, yar iken ister. Onun için iki büyük nimetim var; biri anam, biri yarim."* Neşet Ertaş

Kendimi çok değerli hissettiğim bir etkinlikteydim işte ben dün akşam. Ellerimize birer karanfil verdiler, salon tıklım tıklım doluydu hatta ayakta kalanlar bile vardı. Böyle güzel bir etkinliğe de bu yakışırdı sanırım. 

Çok teşekkür eder ve ve tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlarım!

7 Mart 2017 Salı

Dünyada Yalnız Olmamak Adına

İçinizin çok dolu olduğu ama konuşmanın yolunu bulamadığınız anlarınız oldu mu? Şu an tam da onu yaşıyorum ben. İyi-kötü o kadar çok şey var ki aklımda, dökmek için çabalasam da tırnaklarıyla tutunmuşlar, ayrılmıyorlar benden. Madem içimdekileri anlatabilecek kelimeleri bulamıyorum, o zaman ben de bu içimdeki anlatabilecek kelimeleri bulamama durumunu yazayım dedim.
Geçende Stefan Zweig'tan 'Olağanüstü Bir Gece' adlı kitabı okurken şöyle bir paragrafa denk geldim:
Beni bırakan insanlar, gelen ve giden kadınlar oldu, her defasında odada oturmuş camın dışındaki yağmuru seyreden biri gibi hissettim kendimi; doğrudan yakınımda olan şeylerle bile aramda camdan bir duvar vardı ve kendi irademle onu yıkacak gücü bulamıyordum.
Çok etkiledi burası beni. Hayatım boyunca defalarca kez hissettiğim bir şeyin bu kadar iyi anlatılması o kadar garip geldi ki bir an. Sanki o his sadece bana özgü bir şeydi ama o an ben onun aslında öyle olmadığıyla yüzleşmiştim. Biliyorum, herkes en az bir kez hissetmiştir bunu hayatında, farkındayım. Yalnız olmadığımı aslında hep biliyordum ama 'insanlık beklentisi' demek istiyorum ben buna. Hissettiğimiz şeyleri sadece biz hissedebilirmişiz gibi bizimle ilgilenilmesini bekleme durumu. Yalansa yalan diyin. 
Bu yüzden böyle başladım bu yazıya. Hepimizin hep yaşadığı hisleri her seferinde sadece bize özelmiş gibi yaşıyoruz. Evet, tabiki bize özel ama yalnız değilsiniz yada yalnız değiliz. Yalnız hissetmekten vazgeçmeliyiz. Dünyanın diğer ucunda olsa bile o an sizinle aynı şeyleri hisseden hatta belki aynı şeyleri aynı anda yaşayan bir kişi mutlaka var. 


Hep kendimi dünyanın en garip insanı olarak düşünürdüm, fakat sonra dünyada ne kadar çok insan olduğunu düşünmeye başladım. Bu kadar çok insan arasında elbet benim gibi biri olmalıydı, kendini benzer yönlerden tuhaf ve kusurlu hisseden. Sonra onu hayal etmeye başladım. Bir yerlerde oturmuş onun da beni düşünüyor olduğunu hayal ettim. Yani eğer bir yerlerdeysen ve bunu biliyorsan, evet, bu doğru ben buradayım ve en az senin kadar garibim.* Frida Kahlo

Ben anlatmak istediğimi anlattım. 🙋 Üstüne Frida Kahlo bile katıldı buna, aslında ben ona katıldım. Sonuç olarak yazdık bir şeyler, açıkladık. Yalnız hissetmeyin, yalnız değilsiniz. Sizin gibi biri var. Onunla konuşamasanız bile, bunu bilmek sizin hislerinizle başa çıkmanızı kolaylaştırmayacak bile olsa öyle biri var ve aslında yalnız değilsiniz. Sizin gibi zorlanan bir kişi hatta belki onlarca kişi var. Şimdi oturup da kendinize aynı benim gibi şunları demeniz gerekiyor: "Ayrıca tüm bunları yaşadıktan sonra hala kendime 'zayıf biri' diyemem. Hiç ummadığım kadar güçlüyüm hem de."

5 Mart 2017 Pazar

Günlerime Not V


















Ona bir ad bile vermedik. Bazen yanına gidip tüylerini seviyoruz o kadar. O da bizi takip ediyor sonra. Bizimle birlikte karşıdan karşıya geçiyor ve o an o kadar korkmuyor ki. Özellikle sol tarafımızda yürümeyi seviyor. Sürekli onu sevmemizi, ona dokunmamızı istiyor. Gördüğü herkese yanaşıyor, hiç korkmadan hem de.

Öyle normal bir köpek değil. Oturulup düşünüldüğünde hepimize örnek olması gereken bir köpek bence o. Sırf sevgi görmek istiyor ve bunun için ne kadar itilip kakılsa da korkmadan insanlara yanaşmaya devam ediyor. Her seferinde yine, yorulmadan..


Umarım yıllar sonra bile hep o sahilde, bizi her gördüğünde tanıyıp, koşarak yanımıza gelirsin ve umarım hep tüylerini sevmeyi bıraktığımız anda patilerinle ellerimize dokunursun..

27 Şubat

4 Mart 2017 Cumartesi

Günlerime Not IV

Ankara'da yağmur yağıyor bugün.
Sabah acayip yorgun ve her şeye karşı bariz bir isteksizlikle uyandım, sanırım havanın bu kapalılığı da bir etken. Halbuki yağmuru ne kadar severim.
Hüznü seven biriyim aslında, genelde dışarıdan insanın kendine acı çektirmeyi sevmesi gibi algılanıyor. Öyle olduğunu düşünmüyorum, sadece genel olarak sakin ve anlamlı bir hayat yaşamayı tercih ediyorum. Bunun için olan çabam yada dışarıya verdiğim görüntü ise biraz üzgün gözükme olabiliyor.
Yorgunum, ağzımdan çıkan cümlelere çok hakim olamıyorum artık. Üzerimdeki öyle bir yorgunluk ki anlık bir kurtulma arzusuyla istemediğim şeyleri bile sonlandırabilecek cümleler kurabiliyorum. Bayağı yoruldum, bir gün yatağımdan hiç çıkmayayım, kimseyle konuşmayayım, sadece gözlerim kapalı uyuma taklidi yapayım istiyorum. Birilerini çok özlüyorum, özellikle yanımdayken bana hissettirdikleri şeyleri, bana olan davranışlarını. 'İşte bu hal, bu yaşantı bencillik değil de ne?'
2 Mart

Okuduğum her satırda, içtiğim her dublede, tuttuğum her oruçta, sevdiğim her kadında kendimden bir şeyler arayıp durdum. Dolayısıyla da her şeyle kurduğum ilişkinin öznesi hep ben oldum. Şimdi biri kalkıp bana bencilsin dese kızarım. Peki bu hal, bu yaşantı bencillik değil de ne?*
Ali Lidar

2 Mart 2017 Perşembe

Günlerime Not II

İstanbul'a dönerken - TCDD Trenleri - 24 Şubat 2017 Saat:19.10

koca bir çanta dolusu mutluluk.


25 Şubat 2017 Cumartesi

"Bir rehine gibi esir kaldım"

Lise sondayken bir üniversite festivaline gitmiştik, orada psikoloji bölümüne gitmeyecek olsak bile arkadaşımla psikoloji bölümünün konferanslarına girmiştik. Çok etkilendiğim bir konuşma yapmışlardı. Her zaman mutlu olmak zorunda olmadığımızı, üzgün olmanın aslında bir suç olmadığını ve mutlu anlarımızı paylaştığımız kadar üzgün anlarımızın da hayatımızda paylaşılmaya değer olduğunu anlatmaya çalışmışlardı. Maalesef ki genel olarak içimizi, hislerimizi hep saklıyoruz; bunu bir mecburiyetmiş gibi algılayıp birileri asıl hislerimizi fark ettiğinde o kişiden önce korkuyoruz. Bu şekilde ilerliyor hep yaşamımız. Hislerimizi anlayan o kişiyle yakın olsak bile bir süre sonra hislerimizi ona anlatmaya çekinir hale gelebiliyoruz yada anlatmak istemiyoruz. Bir çırpınış bence bu, kayboluş hatta.

23 Şubat 2017 Perşembe

Kısa Bir Galata


Kararım şu: Onu o kadar uzun süre seveceğim ki, sonunda o da beni sevecek. *
Vincent Van Gogh

21 Şubat 2017 Salı

Günlerime Not I

Bir köpeğimiz vardı eskiden köyde. Sürekli gelip üzerimize atardı kendini. Elimi biraz kaldırsam yerden, başını koyardı hemen altına seveyim onu diye. Bir yere otursak, gelir kucağımıza başını koyar, yatardı. Sürekli kendini sevdirmeye çalışırdı, sürekli tüyleriyle oynamamızı, onunla ilgilenmemizi isterdi.
Yan yana görüşmediğimiz zamanlar böyle hissetmeye başladım sana karşı. Sürekli kendimi gözünün önünde tutmaya çalışıyorum sanki zorla.
Ama kötü olan ne biliyor musun, o köpeğimiz bir gün dağlarda yediği yanlış bir meyve yüzünden öldü.
Yanlış meyve olma, lütfen.
- 10 Ağustos

**Başımızı alıp gidelim mi artık o dediğin yere? Sen tamamıyla 'hayat'ı yaşatıyorsun zaten.

19 Şubat 2017 Pazar

Mutluluk Mutsuzluk

Olmuyor.
'Oldurmak istiyorum.' demekle de olmuyor hiçbir şey.
Öyle yorgun, bitkin yığılıyorsun yere. Avazın çıktığı kadar bağırıyorsun. Yok, yine olmuyor.
Tepebaşı Dükü hep derdi zaten: olayların karşısında üzülemiyorum hep sinirleniyorum, diye. İşte böyle sinirleniyorum ben de olmadıkça, olduramadıkça.
Hayat öyle istediğin gibi ilerlemiyor ki, kaybolup duruyorsun bilmediğin yollarda. Sanki her birimiz kanlı birer düşmanız, sürekli yıkmaya çalışıyoruz her şeyi.
Ben kendimden söylüyorum bak: Önce her şeyi çok güzel başlıyor zannediyorum, hayaller alemindeyim. Sonra zamanla gerçekleri görmeye başlayınca; vay bu böyle miydi!
Böyleydi tabi, gözünü açıp bakmadın ki. Çekiyorsun perdeyi, gerisi ne güzel. Oh!

17 Şubat 2017 Cuma

İlhami Algör / Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku



"Her şeyin iyi gittiğini nerden çıkarıyorsun?" dedi. "Herif rüzgarı kendinden menkul uçurtmanın teki. Ara sıra telleri takılır gibi kadına geliyor gece yarısı."
"Fakat Müzeyyen, bu derin bir tutku," dedim. Tırsmaya başlamıştım. Haklı olabilirdi.
"Evet, biraz sapık ve tek taraflı bir tutku," dedi, arkasını dönüp gitti.
Hikaye elimde, öylece kalakalmıştım. Şu, bir fotoğrafta gördüğü kadını sevip, resmin orijinali ile karşılaşınca, "Hanımefendi, ben size değil, resminize aşığım," diyen müşfik şahıs belirdi ve aynı cümleyi yüzümün ortasına söyleyip gitti. "Hass..." dedim kendi kendime.

15 Şubat 2017 Çarşamba

Ali Lidar / Z Raporu


Merhaba! İçindeki her yazıdan ayrı bir not çıkarıp, içime işlediğim kitabı anlatmak istedim ben bugün. Aslında okuyalı bayağı oldu bu kitabı ama Ali Lidar yayınladığı tüm kitaplarıyla blogumda olmalı diye düşünüyorum, yaşamımda anlamı çok büyük yazarlardan çünkü.
Ali Lidar okuyanlar bilir, samimiliğiyle çoğumuzun gönlüne taht kurmuştur Eskişehir Dükü. Dük mevzusunu belki biliyorsunuzdur, bilmeyenler için bir yazısındaki açıklamayı ekleyeyim buraya;

13 Şubat 2017 Pazartesi

Johann Wolfgang von Goethe / Genç Wether'in Acıları


Merhaba! Daha rahat ve daha kısa sürede kitap okuma şerefine layık olabildim ben bu yarıyıl tatilinde. Okuduğum ilk roman; Genç Werther'in Acıları'ydı. Aslında bu kitap bende uzun süredir vardı ama okumaya sıra gelmiyordu açıkçası. Neyseki okudum ve bitirdim.

11 Şubat 2017 Cumartesi

Kapağı Açılınca Nasıl Olduğunu Fark Ettiren Defter

Genelde zor zamanlarımda yazı yazdığım, içimi dökmeye çalıştığım bir defterim var. Kişiliğim nedeniyle iyi hissetmediğim zamanlarda birilerini haberdar ederek benimle ilgilenmelerini sağlamak bana çok uzak geliyor, yapamıyorum. Genelde bekliyorum o an biri tesadüfen arasın beni diye. 
Bu defterimde dönüp dönüp beni çok etkileyen bir yazı yazmışım. Şu şekilde;
Tam bir yıl önce bugün 'Her şey kötüye gidiyor. Sanki hiç mutluluk bana uğramamış yada uğramayacak gibi hissediyorum.' diye yazmışım bu deftere. Şimdi öyle demeyeceğim için çok mutluyum; bir senede o kadar çok yol kat ettim ki kendime inanamıyorum. Bir zamanlar üzüldüğüm insanların yerini şimdi daha çok değer verdiğim ve hatta ölümüne sevdiğim insanlar aldı. Sanırım mutluluk bir kuş ve zamanı geldiğinde omzuna konuyor, öyle güzel ötüyor ki her insanı bir çiçeğe dönüştürüyor.

9 Şubat 2017 Perşembe

Şiir Mi Demiştiniz? - II



  • Neredeyse herkesin tanıdığı felsefe öğretmeni Ali Lidar'dan bahsetmek istiyorum ben bugün. Kendisiyle çok rezil olarak tanışma şerefinde de bulunmuştum, biraz garip bir anıydı. Lakin bunu daha farklı bir yazıda anlatmak isterim. Ali Lidar'ın 'Alengirli Şiirler' kitabını bilenler vardır. O kitaptan birkaç şiirle başlamak istiyorum ben bugün. :) Ali Lidar'ın internet sitesine de mutlaka göz atmalısınız!

7 Şubat 2017 Salı

Protein Tozu Kullanmak Vücudunuza Zarar Vermiyor!

Etrafımdaki insanlara dikkat ederek sporla ilgili genel bir konu üzerinde biraz araştırma yaptım ben bu sefer; protein tozu kullanmak.

5 Şubat 2017 Pazar

Şiir Mi Demiştiniz?

Bugün blogumda seriler olursa daha kolay içerik üretebileceğimi düşünerek ilk serime başlama kararı aldım. Ne sıklıkla yaparım bilemiyorum ama okuduğum şiir kitaplarındaki en güzel kesitleri, en güzel şiirleri sizlerle paylaşmaya karar verdim. Böylece şiirle ilgilenenler için şiir kitabı önerileri yapmış olacağım hem de ben genelde tanınmamış şairleri okumayı sevdiğimden böylece kıyıda köşede kalmış mükemmel şairlere de bir faydam olmuş olacak.
Bakalım neler var.. :)


  • İbrahim Tenekeci'yi belki bazılarınız duymuştur. Özellikle Tumblr ortamında fazla fazla paylaşılmaya başlanan bir şair kendisi. Ben de 'Üç Köpük' adlı şiir kitabından bir şiir paylaşmak istiyorum sizinle.

3 Şubat 2017 Cuma

İdealize Etmek


İnsanlarla olan ilişkilerimiz maalesef hayatımızda gittikçe daha çok çıkar ilişkisine dayanmaya başladı. Karşımızdaki kişiyi hayatımızda istediğimiz yere istediğimiz şekilde koyamıyorsak yada o kişinin karakteri buna izin vermiyorsa genelde aradaki ilişki yürümüyor. İşte bu durum, karşımıza çıkan kişileri idealize etmemizden kaynaklanıyor ve bizi sürekli bir boşluğa ve arayışa itiyor.

Üniversiteye başladığım ilk dönemde seçmeli ders olarak Sosyoloji aldım. Orada  şöyle bir konu üzerinde durmuştuk ve sırf bu konuya kazandığınız bakış açısının devamı için bile sosyoloji eğitimi almalı bir insan. Derste üzerinde durduğumuz o konu ise kısaca şöyle:

1 Şubat 2017 Çarşamba

Fiziksel Aktivite Önemi

Geçenlerde Hacettepe Üniversite'sinde Sağlıklı Yaşam ve Egzersiz Topluluğu'nun düzenlediği bir sağlık konferansına katılmıştım. İsmi: "Sağlıklı Yaşam Konferansı"ydı. O konferansta ismini duyduğum birinden bahsetmek istiyorum; Profesör Jerry Morris.


30 Ocak 2017 Pazartesi

Kardeşine Aşık Bir Adam; Van Gogh!


Herkese merhaba! 
Bir kitap önerisiyle geldim ben bu sefer. Çok isteyerek ve hevesle aldım bu kitabı. Van Gogh'un daha önce biyografisini okumuştum, böyle bir kitabın olduğunu görünce de kitabı alıp okumayı çok istiyordum.

28 Ocak 2017 Cumartesi

Bir Vintage Dükkan Önerisi; Katarsis Home

Bir arkadaşımla geçenlerde Pendik'te gezinirken bir hediye dükkanı keşfettik. Dükkanın içinde o kadar çok vintage ve bohem tarzda ürünler vardı ki, inanın mest olmamak elde değil.

Zaten posterler bölümündeki şu Franz Kafka içerikli poster beni bitirdi, üstelik o kadar ucuzdu ki! Buradan fiyat vermeyi uygun görmüyorum ama kesinlikle gidip bakılmaya değer.

Yazının devamı için birçok fotoğraf koyuyorum buraya. İçlerinden beğendikleriniz veya ulaşmak istedikleriniz olursa Katarsis Home'un sosyal medya hesaplarından onlara ulaşabilirsiniz.

Instagram: @katarsisgift
Facebook: katarsishome
www.katarsishome.com

23 Ocak 2017 Pazartesi

11.Ankara Kitap Fuarı ve Sahaf Festivali

6-15 Ocak tarihlerinde ATO Congresium'daki 11.Ankara Kitap Fuarı'na gittim. Uzun süredir kitap alışverişi yapmadığımdan dolayı kitaplara nasıl saldırdığımı inanın ben bile hatırlamıyorum ama beraber gittiğim arkadaşım çok iyi hatırlıyor olmalı. :) 
Üstelik fuarda Sahaf Festivali de vardı ve gerçekten bütçesi geniş insanlar için dünyanın en güzel yerlerinden birisiydi. 

22 Ocak 2017 Pazar

Hayat İlken Edinmen Gereken 20 Şey!

Risk almazsan, mutlu olamazsın. :)
Merhaba! Geçenlerde Nil Karaibrahimgil'in Kelebeğin Hayat Sırları adlı kitabını okurken bir listeye denk geldim; Oprah Winfrey'in doğruluğundan emin olduğu 20 şey. Nil bunların hepsini kendi diliyle tekrar yazmış ve ben gerçekten en çok onun dilini beğendim. Yine de bir de kendi dilimden bu çeviriyi yapmak istedim.

21 Ocak 2017 Cumartesi

Hakkımda


Merhaba, ismim Nur. 

Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü öğrencisiyim. İstanbul, Ankara arası sürekli gidip gelen, liseden beri yazı yazmayı seven ve daha önce bir deneme yazısıyla İstanbul Maltepe ilçe birinciliği edinen, sanat, edebiyat alanında araştırma yapıp sanatçıların biyografilerini tekrar tekrar hazırlayıp yazmayı seven biriyim. 
Her ne kadar denemelerle başlamış olsam da sonraları şiire yöneldim. Genelde şiir kitapları okumayı seviyorum ama özellikle mektup-roman tarzındaki kitaplar yada sanatçıların mektuplarını içeren kitaplarını okumak da en sevdiklerim arasında. Aynı zamanda ileride fotoğrafçılıkla da profesyonel olarak ilgilenmek istiyorum. Bölümümü ise severek okuyorum, spor-sağlık alanında kendimi geliştirmek her zaman beni tatmin etmiştir. 

Bu blogda yazdığım yazıları, gezdiğim yerleri ve ilgili olduğum alanlarda yaşadıklarımı, belki bölümde okurken öğrendiklerimden kesitleri paylaşmayı düşünüyorum. 

Bana ulaşmak için;
Gmail: kafkaokuru@gmail.com


REKLAM-TANITIM
Ürününüzü, sitenizi yada iş alanınızı tanıtan yazılar yazabilirim. Aynı zamanda uygun bulduğum banner'lara blog kenarında aylık anlaşma ile yer verebilirim. Bunlarla yada daha farklı tekliflerle gelmek isterseniz bana Gmail hesabımdan ulaşabilirsiniz.